820

Sevgili dostlar;

Malum bizde bahane bitmez, ilgili genelge mucibince pandemi bitince saldık kendimizi yollara. İş bahanesi ile kendimizi muhtelif şehirlere, keyifli kasabalara doğru attık. Bahanelerimizin açıklamalarımızın detaylarına girmeyelim şimdi. Ama Ayvalık ve Cunda kütüphanelerinden filan bahsedebiliriz. Önümüz tatil bayram, gezersiniz görürsünüz muhakkak.

Bir arkadaşımızın evinde akşamüstü oturduk Cunda’da, Ayvalık’a yansıyan güneşi karşımıza alarak. İçecek verdiler nefsimizi köreltelim diye. Melül melül bakıyoruz, limandaki akşam hareketliliğine, pata pata giden Pancar motor içten takma (beş beygir midir onlar?) balıkçı tekneleri,  köpüklü iz bırakarak geçen sürat tekneleri, yelkenleri indirmiş motor marifeti ile yanaşan kotralar; illaki karşıda bir iki tane kalmış kırmızı tuğla bacalar.  Ege güneşi bu, aynen adamın nabzını ölçer, renkleri de ona buna benzemez.

Şu önümüzdeki boz köpek biraz yormaya başladı ama. Güneş iyice kaykıldıktan sonra, hani sineklerin hücuma geçtiği ve hatta bazı yerlerde arıların da üşüştüğü saatler vardır, o saatten itibaren tüm geçen araçlara ve bazı insanlara avazı çıktığı kadar havlamaya başladı. Boğazını yırtarcasına, ta ki bizim ev sahibi çerezleri tazeleyip otururken “yeter sekizyüzyirmi” diyene kadar. Duyunca havlamayı kesti, hatta mahcup bir şekilde yan bahçeye geçti kafası aşağıda şekilde biraz su içti ve dolanmaya başladı. E tabii ki merakımızı celbetti. Dedim “nasıl böyle bir isim konmuş elemana?” “Yahu buralarda geziniyordu, yiyecek verdik, su verdik. Baştan kedilerle biraz arıza çıkıyordu, ama kediler yola getirdi. Sonra da güvenlik işine tayin etti kendini.“ Kafama ismi takılmıştı. “Geldiğinde belediyenin kulaktaki zımbası vardı 820 numaralı, bir iki isim denedik, Tozlu, Tırmık, Garip filan gibi… Hiç birini benimsemedi, günün birinde kafam bozuldu 820 dedim, baktı. Ondan sonra her sefer 820 dediğimde baktı. Ve tabii ki durum netleşti.” Numara ile çağırılmak, burkulduk tabi, ama eleman da razı netice itibariyle. Ekmek var, su var, görev var. Başka  nerelerde numara ile kimlik var(dı) diye düşündüm. Auschwitz dövmeleri geldi aklıma, 1984 geldi, sorguya çekilen düşman askeri geldi ismini ve numarasını tekrarlayan (işkence ağırlaşıncaya kadar). Bir de bilim kurgudaki mükemmel robotlar, insan gibi olan ama modeli ve özel numarası esas olan. Tarif ve tasviri numerik olmak ürkütücü, ama tabii ki 820 memnun.

Sabah kalktık, ayıptır söylemesi sağlam kahvaltı ettik, tam oyalandık çıkıyoruz ki, baktık 820 baygınca uyuyor. E tabii, akşamüstü ve gece vardiyasında yorgun hatta baygın düşüyor. Tam o sırada Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken yakından tanıdığımız Ankıl ya da Uncle ismiyle çağırılan karabaş tipli köpek geldi aklıma. Ama bunlarda cins işi zordur. Hele bizim gibi hiç anlamayanlara. Ama çok sakin ve zekiydi. Menfaatlerini konumunu çok iyi saptar ve hayatın keyfini çıkarırdı. Hovarda idi de, Ankılcıklar görüyorduk ortalıkta son dönemlerde.

820 den nasıl geldik Ankıl’a: sabah uykusundan. Saatli binanın girişinde sol tarafta bir küçük anfi vardı tahta basamaklarla yükseltilmiş. Fizik anfisiydi ve rahmetli Erdal İnönü ders anlatırken tahta yükseltinin altında uyuyan Ankıl’ın horultusu yükselince “Ankıl ders anlatıyoruz burada”  dediğinde ses hemen kesilirmiş. Hatta bir iki defasında sessizce anfiden çıkıp gitmiş. Bilemiyoruz, mahcubiyetten mi yoksa kızdığı için mi. Hikayeleri çok Ankıl’ın, mesela o binaların ortasındaki meydan eskiden futbol sahasıydı ve devamlı öğlenden sonraları sınıf veya okul maçları olur. Ve kantin civarında ikram edilen veya bırakılan tost veya sandviçlerden doymuş olan Ankıl futbol sahasının tam ortasında, genellikle santra yuvarlağının içinde kaykılırdı. Taa ki, maçın hakemi “Ankıl hadi maç başlıyor” deyinceye kadar.

Fotoğrafta yok ama, Ankıl tam da bu tabelanın arkasında uyurdu.

Bunu duyduğunda Ankıl kalkar son derece sakin (Kuul diyorlar ya, tam tarifi) bir şekilde ortasaha çizgisi boyunca yürür ve yan çizgilerin hemen dışındaki (hani 4. Hakemin durduğu ve oyuncu değişikliği yapılan) noktaya gider ve aynen yatar. Yahu bunu günümüzde yapamayan futbolcular var. Her neyse, son bir anımızı daha anlatalım: Pazar akşamı, büyük kantinde önce Pazar Stüdyosu ve arkasından Komiser Kolombo: hani buruşuk pardesülü ve şaşı bakan detektif her cinayeti çözen.  On bir gibi biter ve haberler ve istiklal marşı, derken herkes ayaklanır, ve en önde kaykılmış olan Ankıl da, tüm öğrenciler ile birlikte hareketlenir, hep beklemişimdir “nasıl ayakkabı bağcıklarından çözdü, helal olsun” filan demesini…

Nasıl mı, geldik Ankıl’a Boğaziçi Üniveristesi’ne… Tesadüf diyelim de bursumuz kesilmesin!

Ekber And

Shopping Cart
Scroll to Top