Esirgeyen Gökyüzü

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Cezayir’in bir ucundaki dağlık bir bölgede bir kabilede adları Utka, Mimuna ve Ayşa olan üç kız yaşarmış. Gün gelmiş, bu üç kız kısmetlerini aramaya M’Zab kentine gitmişler. Para kazanmaktan daha çok istedikleri bir tek şey varmış: Çölde çay içmek…

Kızlar kafelerde dans ederek geçinmeye çalışıyormuş ama kentin erkekleri hem çok çirkin, hem de çok cimriymiş. Neticede hep çölde çay içmeyi düşlüyorlar, ama zaman geçtikçe içlerinde bulundukları bataklıktan çıkamayacaklarını ve hayallerinden uzaklaştıklarını anlıyorlarmış. Günlerden bir gün şehre uzun boylu ve yakışıklı bir gezgin gelmiş. Utka, Mimuna ve Ayşa’yla konuşmuş, onlara çölden, uzaklardan bahsetmiş, kendi kabilesinin olduğu yerleri uzun uzun anlatmış. Onu dinlerken kızların gözleri iri iri açılmış. Neden sonra, “hadi, dans edin benim için” demiş, dans etmişler. Genç adam üçüyle de sevişmiş, her birine birer gümüş lira vermiş ve o heybetli devesine atlayıp gitmiş. Üç kız bir yandan aşık oldukları gezginin yolunu gözlemiş, bir yandan da çirkin ve cimri erkekler için dans etmeye devam etmişler.

Günün birinde “hayatımız böyle geçecek” deyip sakladıkları gümüş paraları birleştirip çölde çay içebilmeleri için gerekli şeyleri almışlar: Bir çaydanlık, bir tepsi, üç bardak ve bir vaha kent olan El Golea’ya otobüs biletleri… Son kalan paralarını da güneye giden bir kervandaki develere binebilmek için kervanbaşına vermişler. Bir akşam, güneş batmasına yakın iri kumulları görülmüş, artık uçsuz bucaksız çölde olmalarının heyecanıyla çayı yapacakları yere yakın olduklarına kanaat getirmişler, gece ilerleyip herkes uyuyunca da ellerinde eşyalarıyla kervandan uzaklaşmışlar. Tüm çölü yukarıdan görebilmek için en yüksek kumulu aramışlar, nihayet bir tanesini gözlerine kestirip çıkmışlar.

Vardıklarında Mimuna “bakın” demiş, “şu ilerideki kumul çok daha yüksek, oradan daha geniş bir alanı görebiliriz”. Böylelikle o kumula yürümüşler. Bu kez Ayşa “görüyor musunuz?” demiş, “orada daha da yüksek bir kumul var. Oradan daha büyük bir alanı görebiliriz”. Gün doğduğunda hala yürüyorlarmış. Nihayet öğlen olup da sıcak bastırdığında bitap bir halde son kumulun tepesine varmışlar. Önce biraz dinlenip, sonra çayı yapmaya karar vermişler. Tabii uyumadan önce bardakları, çaydanlığı filan hazırlamışlar ve gözlerini kapamışlar. Günler sonra oradan geçen başka bir kervandan birisi tepenin üstünde bir şeyler görmüş. Meraklanıp çıktığında artık günlerdir gözlerini açmamış olan Utka, Mimuna ve Ayşa’yı ve içleri kum dolu bardakları bulmuş…

Bu hikayeyi Esirgeyen Gökyüzü’nden (ya da bizde biraz daha bilinen adı olan Çölde Çay) aldım. Bu hafta kendimi pek iyi hissetmiyorum, belki hava değişikliği, belki kendini gündüzün kısalması ve çeşitli indirim smsleri ile belli eden ekinoks, belki de başka şeylerden, sanki olduğu tepede bir türlü mutlu olamayan ama yeni bir tepe de bulamayan biri.

Deprem, yazıyı bitirmek için geçerli bir mazeret. Sallanıyoruz. Şimdiden geçmiş olsun.


-Seçkin Çekirdekçi

Shopping Cart
Scroll to Top