İnsan hayat içinde tutkuları olan bir varlıktır. Tutkular bir bakıma insan ruhunu besler. Tutkuların olumlu olması, güzellikler barındırması kişiyi mutluluk ekseninde sabit kılarken, tutkuların kötücül bir saplantıya dönüşmesi de o kişiyi mutsuzluk kuyusuna yuvarlayabilir. İşte olumlu tutkuları eski bir kelime olan “hased”den ayıran taraf burasıdır. Böyle biraz felsefeye dokunan bir girişten sonra, biz yine koleksiyon kapısını açalım. Koleksiyon oluşturma bir bakıma elde etme tutkusudur. Sahip olmanın, ulaşabilmenin, elde etmenin manevi tatmini koleksiyoner için bir dinginlik unsurudur. Bir koleksiyonerin bir sahafın dükkanında bulduğu/bulacağı kitap, ya da bir müzayede kataloğunda gördüğü ve elde etme uğruna uykularını kaçıran eser her ne ise; O’nu, talihi yaver gider de elde ederse; bundan büyük mutluluk Şam’da kayısıdır herhalde.
Bütün bunları geçenlerde kitaplığımda bulduğum ve merhum Sahaf Sami Önal (d.1938-öl.2008) tarafından adıma imzalı Nizami’nin Leyla İle Mecnun Mesnevisi’ndeki ithafını tekrar okuyunca düşündüm. Orada şunları yazmış Sami bey; “Seyfettin, bu kitap bende -29 yıl önce okuduğum zaman- çok olumlu izlenimler bırakmıştı. Senin de aynı izlenimlerle okuyacağını sanıyorum. Yüreğindeki kitap sevgisinin daha da artması ve esenlik dileklerimle. Moda 12 Eylül 1995”
Bu ithaf tam 24 sene evvel yazılmış. Biraz ironi de var, emekli asker Sami bey bunu 12 Eylül darbesi yıldönümünde imzalamış olsa da kendisi, militarist yapı ve darbeci anlayışlardan hiç hazzetmeyen biri idi. Sahafımızın metninde geçen “yüreğindeki kitap sevgisi” vurgusu işte budur dedirtiyor bize. Yüreğimizdeki bu sevgi olmasa koleksiyoner olur mu idik? Sanırım hayır. Yıllar evvel Sami bey bir sohbetinde anlatmıştı: “pirimiz üstadımız Ali Emiri Efendi, sahaflar çarşısına uğradığında var mı bir zuhurat? dediğinde,
-efendim bir yazma Nedim Divanı geldi talebiniz olur mu?
-O divan bende var. Karşılığını verince,
sahaf; -Fakat efendim af buyurun Münir Paşa’da bu divandan 3 tane var imiş, siz de neden 1 tane olsun efendim.
Eh, bu söz karşısında ne diyecek Emiri üstadımız;
-Öyle mi, o rüşvet parası ile alıyor kitaplarını, ben alınterimle.. Yine de peki, aldım gitti; verin bakalım bunu da.
İşte böyle bir tutku. Bir nüsha değil ikincisi, üçüncüsü. Ne güzel.
Daha geçenlerde gördüğüm Bulak Baskı Şeyh Galip Divanı’nı bende olmasına rağmen tekrar aldım, böylece aynsısından iki tane oldu, Neden aldım? Bunun cevabı yok. Ali Emiri Efendi’ye hürmeten.
Sami Bey’in dükkanına ilk uğradığım zamanı hatırlıyorum, içerde dikkatimi çeken, bütün kitapların içtima vaziyetinde ip gibi düzgün dizilmiş olmasıydı. Bu kadar düzen içinde insan acaba başka bir yere mi geldim sanıyordu. Çünkü sahaf dükkani biraz dağınık olmalıydı. Masasının başında “ne istemiş idiniz?” dediğinde “el yazma divanlar var m?” demiştim. Biraz durmuş ve bir bakayım siz önümüzdeki Cumartesi tekrar gelin” demişti.
Böylece sadece “sorup geçecek” olan ile “koleksiyoner” ayrımını ortaya koymuştu. İçeri giren tıfıl bir delikanlı yazma divan soruyor, alacağından değil ya? Haftaya gelirse belki ciddi olduğu ortaya çıkar. Neyse ben haftaya Cumartesi tekrar geldiğimde, meşhur üst katından bir kucak yazma divan ile arz-ı endam etmişti. Artık her Cumartesi kendisine uğrar olmuştum. Efendim bu haftalık da Sami bey rahmet istedi sanırım. Kendisi hakkında biyografik bilgiyi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz. Fakat burayı açtığımızda zat-ı alilerinin sarraf olduğunu yazmışlar. Evet kuyumcu olurlardı kendisi, fakat altın alıp satan değil, kitap kuyumcusu idi vesselam.
Sami Bey’in sarraf olduğunu beyan eden biyografi adresi: http://www.biyografya.com/biyografi/13281
Görsel : Fakire imzaladığı Leyla İle Mecnun, Nizami, İst. 1966.