Pek kimse bilmez, zamanında bilenler de artık çoktan unutmuştur ama orta okul lise yıllarımda saksafon dersleri almıştım. Hiç kimseye danışmadan bir soprano saksafon bulmuştum, oysa, başlangıç için ideali altodur, zira, nefesli sazlar küçüldükçe, çalması zorlaşır. Bunu bana, daha ilk derste, kemik gözlükleri, sevecen ama disiplinli tavrıyla Alaaddin Dal söylemişti… Keman, piyano, saksafon… Aklınıza ne gelirse çalıyordu neredeyse, dersin yarısı müzikse, yarısı hatıralarıydı.
Mesela Dizzy Gillespie ile çalmıştı, Amerikalı sanatçı orkestrayla fotoğraf çekimi sırasında kenarda duran zenci gence, “hey evlat, sen de kareye gir” diye seslenmiş ve Dal’ın kulağına eğilip şunu söylemişti: “Bu çocuğu gittiğim her yere götürüyorum, bir gün Amerika’nın en büyük müzik insanlarından biri olacak, çok yetenekli”. İşte o çocuk, henüz yirmi üç yaşındaki Quincy Jones’tur. Alaaddin Hoca her gelişinde bana tarihi bir köşkte geçirdiği çocukluğunu, yıllar boyu günde on sekiz saat müzik çalıştıktan sonra tedavi altına alındığı akıl hastanesi dönemini, Avrupa turnelerini, maceralarını, ülkeye nasıl kaçak yollardan enstrümanlar soktuğunu filan anlatır, beğendiği sanatçılardan çocuklarıyla olan ilişkisine kadar çok şeyden bahsederdi. Bir keresinde “aslında evlat babaya muhtaç değildir, baba evladına muhtaçtır” demişti, söylemesine göre bunu yıllar sonra anlayacaktım. İnsan, bazen karşısındakinden bahseder gibi görünür ama aslında kendini anlatır, kim bilir ne derdi vardı, şimdi anlıyorum.
Bir defasında bir yılbaşı kutlamasına Maçka Oteli’ne gitmiştik, orkestra salona girince, Alaaddin Hocam’la gözgöze gelmiştik bir an, bakışlarımızla selâmlaşabilmiştik sadece. Hocam, 58’de Dave Brubeck’in İstanbul performanslarında da sahne almıştı, daha değil o unutamadığım yılbaşı gecesine, doğmama bile yirmi bir yıl vardı.
Fotoğrafı Türkiye’de Caz Belgeseli’nin Facebook sayfasında görünce eski bir dostla karşılaşır gibi duygulandım. Ortada, açık takım elbiseli adam caz piyanisti Dave Brubeck, saat dokuz yönündeki, hafif öne eğilmiş müzisyen ise Alaaddin Hocam’dır. Belki bir başka ülkede yaşasa efsane olabilecekken, hayatının son yıllarını özel derslerle geçiren hocam.
Daha dün gece kapıları kırılan Boğaziçili gençlerimizi, sanat yapmak isteyen yaratıcı çocuklarımızın halini gördükçe anlıyorum: Bu ülkede, belki de hiçbir şey değişmeyecek.
Hocamı özlem, minnet ve rahmetle anıyorum. O Türkiye’nin unutulmuş, büyük sanatçılarından biriydi.