And dağlarından Masanıza

Erythroxylum Coca’nın And dağlarından başlayıp günümüzde uyuşturucu kartellerinin eliyle hızlı yaşayıp genç ölenlerin burun deliklerine ama arada da hastanelerde ilaç dolaplarına, Papa’dan başlayarak birçok saygın insanın midesine ve tabii ki bir lezzet olarak çoğumuzun masasına ulaşan hikayesi İspanyolların 15. asırda Amerika sahillerine ulaşmasıyla başlıyor.

Yerlilerin çoğunun hayatın zorluklarıyla ve tabii ki bu arada başlarındaki İspanyol belasıyla uğraşmak için ağızlarından eksik etmedikleri bu yaprağı önceleri pek ciddiye almıyor İspanyollar ama giderek hem vergilendirebilecekleri bir meta olduğunu hem de keyif verdiğini fark edip Avrupa’ya da tanıtmaya karar veriyorlar. Bir iki asır kadar kimsenin pek ilgisini çekmiyor bu yaprak ama değişik kimyasal yöntemlerle etken maddenin elde edilebilmesinin başarıldığı 19.yy ortalarında iş değişiyor. Dört ayrı ülkede 4 ayrı kişi, tam da temsil ettikleri milletlere yakışır bir kader çiziyorlar coca yaprağı için. Albert Niemann adlı bir Alman 1859’da kokain etken maddesine ulaşımın kimyasal yöntemlerini geliştirdiği bir doktora tezi yazıyor konuyla ilgili, akademik ödül kaçınılmaz olarak ona gidiyor. Ayni yıllarda Paolo Montegazza adlı bir İtalyan doktor ise çoğunu kendi üstünde gerçekleştirdiği deneyler ile “…..tanrı bizlere bu keyfi sürekli yaşayabilme yetisini vermediği için ne kadar adaletsiz” diyerek coca yaprağının sıradan bir insanı nasıl muhteşem bir canlı haline getirdiğini ballandırarak  anlatıyor yazılarında, eh ne de olsa İtalyan, keyif onların işi. Montegazza’nın “Coca’nın hijyenik ve tıbbi değerleri” adlı yazısı Avrupa’da büyük ilgi çekiyor ve başını Sigmund Freud’un çektiği dönemin büyük entelektüelleri coca yaprağının “hastası” oluyorlar. İşte tam bu sırada Angelo Mariani adlı bir Fransız kimyager olaya Fransız kalamayarak tam bir Fransızlık yapıp, sıradan bir bordo şarabı ile coca yapraklarını tanıştırıyor. Meşhur Fransız Tonik Şarabı Vin Mariani o kadar meşhur oluyor ki Papa 13.Leo’dan başlayarak dönemin aralarında Jules Verne, Thomas Edison, Alexander Duma, Emil Zola dahil tüm meşhur entelektüelleri yemin billah dünyada bundan daha iyi bire şey yoktur diyerek gazete ilanlarına çıkıyorlar. Gazeteler boy boy reklamlarla akla hayale gelen her türlü hastalık ve bu arada tabii ki influenza için en iyi tedavinin Vin Mariana olduğunu duyuruyorlar. O sıralarda okyanusun öbür yanında John Pemberton adlı bir kimyagerin esas derdi ise Amerikan iç savaşı esnasında aldığı yaraların verdiği ağrılardan kurtulabilmek. Morfin ağrılarını kesiyor ama giderek bağımlısı olduğu bu maddeden kurtulmak isteyen Pamberton morfin olmayan bir ağrı kesici geliştirmeye kafayı takmış durumda.

Vin Mariani’nin etkileri kulağına ulaştıktan sonra coca yaprağına odaklanan Pemberton’un sonunda sadece ağrıları hafifleten değil, keyif de veren bir madde üretebilmesi yaklaşık 2 senesini alıyor. Bir Amerikalı olarak tabii ki aklına gelen ilk soru bunu nasıl başka şekillerde de pazarlayabileceği. Bu icadını Vin Mariani gibi günlük hayatta da kullanılabilen bir içecek haline getirse fena olmaz diye düşünüyor bir yandan da. Aklının yattığı bir içecek geliştirmesi çok uzun sürmüyor Pemberton’un. 1883’te lezzetli, içimi kolay, kitlelerin beğenisini kolayca kazanabilecek bu içeceğin formülü ile Atlanta’nın yolunu tutuyor. İçeceğin adını Vin Mariani’den esinlenerek French Coca Wine  koyuyor önceleri ve ayni Vin Mariani gibi her derde deva bir iksir olarak pazarlıyor bu alkollü içeceği  ,tutarsa çok zengin olması işten bile değil. Bu ilk ürün hızla oldukça popüler bir içki oluyor ama tam o sırada tutucu lobilerin desteği ile Atlanta’da alkol karşıtı bir yasa yürürlüğe girince Pemberton rota değiştirip ayni formülü bu kez de alkolsüz olarak üretmeye başlıyor. Bu yeni ürünün içinde alkol yok ama kokain alkaloidlerine halen karışan da yok. Formüle yeni bir ilave de lezzet takviyesi için kola fındığı usaresi . Bu iki etken maddeye ithafen  sonunda Coca Cola adını alan bu içecek aracılığı ile Pemberton beklediği başarıya ulaşıyor nihayet, erythroxylum coca da sonunda  bir Amerika’lı aracılığı ile tüm dünya halklarının masasındaki yerini alıyor.

Morfin bağımlılığına çözüm olarak önerilmesi ayrı bir ilginçlik, Papa’nın desteğini de Türkçe’de “Papan da olsa güvenmeyeceksin” olarak yorumlayabiliriz.

Bu sırada Avrupa’da Freud bir yandan coca yaprağının yaratıcılık üzerindeki etkisini dünyaya duyururken bir yandan da ağrı kesici etkisini vurguluyor tıbbi çevrelere. Yaratıcılığı arttırdığı şüphesiz bu yaprağın, söylentiye göre Rober Louis Stevenson Dr Jekyll ve Mr. Hyde isimli romanını sadece 6 günde yazıyor, tabii ki sıkı kokain kullanımı esnasında. Bir yandan da gerçekten de çok güçlü bir anestezi maddesi kokain, öyle ki giderek tüm cerrahi müdahalelerde ana aktör olmaya başlıyor. Enerji arttırıcı etkisi ile ise neredeyse tüm hastalıkların çaresi gazetelere bakarsanız, neredeyse günümüzün o kansere ve her derde deva otları gibi. Diş ağrılarından uykuya dalmakta zorluk çeken bebeklere kadar herkes nasibini alıyor bu çılgınlıktan. Ama şüpheci tıbbi çevreler bağımlılık yapıcı etkisini kısa sürede fark ediyorlar. Kokain karşıtı lobilerin de çabasıyla yıl 1929’a gelindiğinde sadece tıbbi amaçlarla kontrollü kullanımını sağlayacak yasalar yürürlüğe giriyor. Coca Cola zaten bir süreden beri içeriğinde kokain olmadan ama lezzeti veren coca yaprağı usaresi ile üretiliyor artık o yıllarda. Vin Mariani ise 1920’lere geldiğinde önce kokain içermeyen bir ürün geliştirmek zorunda kalıyor sonra da yavaş yavaş sahneden çekiliyor. 70 yıla yakın kontrolsüz kokain çılgınlığı arkasında yaratıcı ama tükenmiş bir gürüh bırakarak sahneyi terk ediyor 1930’lar geldiğinde.

Kokain kullanımına resmi olarak artık sadece doktor kontrolünde izin var dünyada. Yaratıcılığını ve yaşamdan aldığı hazzı arttırma peşindeki hevesli kitle ise ulaşabildiği zaman kokain de dahil her türlü nesneyi kendi üzerinde deneme merakını bırakmıyor. Durum böyle olunca kokain üretimi kanundışı kartellerin elinde her sene katlanarak artıyor. Üretimin tamamına yakını Güney Amerika kaynaklı tabii ki, kendisini işgal edip yerlilerini ve her türlü doğal varlığını hoyratça tüketen batı medeniyetinden belki de böyle alıyor intikamını Avrupa’nın o altın madeni olarak gördüğü bir zamanların gizemli kıtası. Böyle gelmiş böyle gidecek durum belli ki, ümit edelim yaratıcılık ve keyif uğruna yeni ufuklara yol alanlar en azından Paracelsus’un o öğretisini unutmazlar hiç, “Sola dosis facit venenum- zehiri yapan dozudur”.

DrDŞ

Shopping Cart
Scroll to Top