Aslında bu kez, geçtiğimiz yıl koleksiyonuma eklediğim bir iki ilginç parçadan bahsetmek istiyordum ki, ardarda gelen iki vefat haberiyle sarsıldım. Münir Özkul, hiç şüphesiz, yaşarken de hak ettiği saygınlığı gören bir efsaneydi. Kendisiyle ilgili daha çok çalışma yapılmış olsun, şöyle uzun bir nehir söyleşisi olsun isterdim. Artık bugün Özkul’la ilgili en büyük tesellim, toplumumuz nezdinde merhamet ve vicdanın sesi olduğu filmleriyle yaşayacak olması. “Delirdin mi sen Mahmut Hoca? Zaten işler kesat!” diyenlerin gittikçe çoğaldığı günümüzde, daha da çok ihtiyacımız var, “Ben tüccar değilim, eğitimciyim” diyebilenlere.
Mahmut Hoca ne kadar idealistse, Aydın Boysan o kadar “genç” bir insandı. Birçok yazılı eseri olmasının yanı sıra, Mücap Ofluoğlu “Amcasına” nüktedan bir ithafla imzaladığı bir nüshasını gördüğünüz bir de nehir söyleşi kitabı da vardır. Kendisiyle sanırım yedi yıl kadar önce karşılaşmıştık. Bizim Tarkan’ın mekanı “Hayat” yeni açılmıştı, lokantaya akşam üstü eşimle girdiğimizde bir tek masa doluydu, o masada da Aydın Bey ve Mustafa Alabora oturuyordu. Bir ara Boysan’ın eve telefon etmesi gerekti ama ne kendisi ne de dostunun yanında telefon yoktu. Kendisine cep telefonumu uzattım, bir şartım karşılığında dilediği gibi görüşebileceğini söyledim: Şöyle ballandıra ballandıra rakı nasıl içilir, anlatmalıydı. Anlattı da, uygulamayla… Sonrasında bardaklarımızı kaldırmıştık: Şerefe! Bu olaydan yıllar sonra bir tesadüf eseri öğrendim ki, yaşıtı olduğu dedemin 1960’ların sonunda kurduğu bir sanayi kuruluşunun fabrika binasının da mimarıymış kendileri. Yan yana oturduğumuz gün, bunu bilseydim, bu konuyu açar mıydım emin değilim ancak şunu biliyorum, Aydın Boysan, dedemin benim için olduğu gibi, kendinden sonra gelen nesiller için, kitaplarıyla, yer aldığı televizyon programlarıyla, müthiş bir feyz kaynağıydı.
Hem Boysan’ın hem de Özkul’un mekanları cennet, ruhları şad olsun. Boynu bükük bir gülümsemeyle özlenecekler.