Şu ca(a)nım yaz ayları geldi-geçiyor, bu vesileyle biz de, ailecek kendimizi bir Yunan adasına mı atsak diyerek Mayıs sonunda Şamgen vizesine -pardon, o bambaşka birşeydi- Şengen vizesine başvurduk. Vizelerimizin hazır olduğu bildirildiğinde, Harbiye’nin yolunu tuttum -zira malumunuz, bu merkezi semtimiz tüm yurttaşlarımızın vize işlerinin başkentidir.
Çalışan görevli ölçü almaya çalışan bir terzi titizliğiyle bize vereceklerini ararken, bir pasaportun üzerinde yazan isim dikkatimi çekti. Sevdiğim bir çevirmenin adıydı bu. Bu kişiye saygıyla bağlı olmamın nedeni onun adaşım olması değildi yalnızca, Yüzyıllık Yalnızlık gibi çok sevdiğim bazı romanları dilimize nakletmiş, ilk gençliğimden beri -benim için- önemli kitapların üzerine adını kazımıştı. Mutlu zamanlarımda, mutsuz zamanlarımda, huzurlu ve huzursuz zamanlarımda onlar bir kol boyu mesafemdeydi hep. Şu vize merkezinde yıllardır görmediğim ama hayranlıkla andığım eski bir aile dostumuzu görür gibi olmuştum. Sanki tesadüfün böylesi, onunla aynı adaya gidecek, aynı otelde kalacaktık, sonra aynı masada oturup edebiyattan, hayattan filan bahsedecektik (doğaldır ki, konu ülke meselelerine kadar uzanacaktı). Memura, hemen arkasındaki masada en üstte duran pasaportun sahibine selamımı, saygılarımı iletmesini rica etmeyi düşündüm ama zaten biraz aksi olan adamın beni deli sanabileceği hissine kapılarak (buna nedense son zamanlarda çok kapılıyorum) tereddüt etmeden vazgeçtim.
Geçenlerde çevirmen Işık Ergüden’in bir yayınevine gönderdiği açık mektup hatırlattı bunu bana. Ergüden, kısaca, üzerinde çalıştığı kitapların her bir baskısından alacağı ücretin düşürülmeye çalışıldığını, bu dayatmanın da zamanla meslektaşlarını köle haline getireceğini anlatıyordu yazısında. Şüphesiz kitap okuma oranlarının düşük olduğu (gerçi Şeyma Subaşı’nın kitabı kırk bin satmış diyorlar ama…) ülkemizde yayıncılık zor bir iş ancak faturanın bir kısmını da, neredeyse hiçbiri saray saltanat hayatı yaşamayan çevirmenlere kesmek önce bu mesleği hakkıyla yapanların, ardından kitapların ve giderek dilimizin içini boşaltacak, ulaşacağımız nitelikli yapıtların sayısında düşüşe neden olacaktır. Nazmi Ağıl’ın Canterbury Hikayeleri’ni, Şadan Karadeniz’in Gülün Adı’nı, Saadet Özen’in Huzursuzluğun Kitabı’nı bize kazandırması ağır bir dil işçiliğinin meyvesi değil de nedir? Bu önemli iş eğer hayat bilgisi, kültürü ve hevesi olmayan, üç otuz paraya çalıştırılmak istenen ehil denemeyecek kişilere verilirse o vakit askerler Irak’a harekât yapmaya değil, ameliyat yapmaya gider; New York’ta entelektüel camianın merkezlerinden Greenwich Village’lı bir rock gitaristi havalı bir şekilde “I am from the Village” der ve çevirmen bunu “ben köylüyüm” olarak çevirdiği için bir anda okurun gözünde gariban bir köylüye dönüşür; bir roman kahramanı Budget’tan değil, kendi bütçesinden (hatta hatta kendi cebinden!) araba kiralar; İngilizce’de on bin dolarlık anlamına gelen “10k”i çevirmen bir takım elbise markası olarak romana koyar… Böylece yazarın tek bir cümlede karakterinin varlıklı olduğunu anlatma çabası dilimize aktarılırken uçar gider… O teknik terimlere, ağdalı edebiyat çevirilerine girmiyorum bile… Burada biraz da -acı acı- gülmek amacıyla verdiğim bu küçük örnekler maalesef language cheese kadar gerçektir.
Böyle meşakkatli bir işi (Ergüden’in tabiriyle) “çay parası”na yapacak donanımlı insanlar da zamanla (ülkemizdeki maden ve gemi mühendislerinin yüzde yetmiş sekiz nokta dördüne de istihdam sağlayan) bankacılık sektörüne ya da şu aralar zaten pek tadı olmayan emlakçılığa filan kayacaktır. Vasatlaşan bir kültür coğrafyasında bari çevirmenlerimizi koruyalım. Pasaport, vize, uçak bileti, hesaplı paket turlar ya da pahalı otel odaları değil, tüm dünyayı ayağımıza getiren onlardır.
Son söz: Tüm bunların fotoğrafımızla ne alakası var diyeceksiniz: Gördüğünüz, Gilda filminin meşhur parçası “Amado Mio”nun İstanbul’da, İskender Kutmani Müzik Evi tarafından basılmış notasının kapağı. O güzeller güzeli Rita Hayworth bile, işte böyle usta olmayan ellerde ne hallere geliyor, vasat “çeviri”de nasıl kaybolabiliyor… Çıtayı yüksekte tutup işlerini hakkıyla yapanların -ki zaten memleketimizde bir hayli azlar- değerlerini bilelim.
Yazanın notu: Sevgili dostlar, burada yer alan yazılarımla ilgili her türlü eleştirinizi her zamanki gibi [email protected] adresine yazabilirsiniz. Orada olacağım. Sevgilerimle…