“Asırlarca evvelki müthiş olayların tüyler ürpertici bir devamı ve hitamını iddia eden bu hadiseler acaba esrarengiz Istanbul’un muzlim köşelerinde vaki oldu mu? Fakat elimdeki vesikalara ne mana verebiliriz? Bu hakikatten şüphe edenler gelip vesikaları asıl hallerinde görebilirler.”
Soru güzel, cevap şahane. Bram Stoker’ın Drakula’sını millileştirerek Türkçe’ye çeviren (1928) ve İstanbul’a taşıyan Ali Rıza Seyfi Bey’in bu hamleyi vesikalara dayandırmadan yapacağını düşünemezdik zaten. Romanın adını da dolayısıyla Osmanlı tarihinin diline aktarmış: Kazıklı Voyvoda.
Millileştiren demişken mesela şöyle: “Türk milletinin, büyük ve şanlı ırkımın parlak geçmişine canlı ve kanlı bir şahit gibi çağlayıp giden Tuna nehrinin üzerine atılmış köprülerin en muazzamlarından birinden geçen tren, beni Türk tarihiyle derinden ilgili bölgelere doğru uçurdu.”
Malumunuz, 1897’de yayınlanan roman, seçkin eleştirmenler ve okurlar her ne kadar burun kıvırsa da, Batı edebiyatının dünya ölçeğinde en çok iz bırakmış eserlerinden biri. Film ve tv uyarlamalarına, tiyatro sahnelerinde canlandırılmasına, dijital oyun malzemesi olarak kullanımlarına, çizgi-roman versiyonlarına bakarsanız, edebiyatın dar tanımlarını aşan bir şekilde farklı tür, mecra ve teknolojilere nüfuz ederek vampirane hayatiyetini sürdürüyor ve çoğaltıyor.
Bugüne kadar dünyanın çeşitli dillerine çevrilmiş ya da uyarlanmış, ama bunların çoğu son otuz-kırk yılın işleri, yani çılgın globalleşme döneminin ürünleri. Ali Seyfi Bey bu işe koyulduğunda ise sadece üç-beş dilde çevirisi var.
İlginçtir, ilk uyarlama/çeviri (1901) İzlandaca, evet, nüfusu o sırada yüzbinin altında olan İzlanda adasının dili. Hatta ondan da önce iyice kısaltılmış bir versiyon İsveç dilinde yayınlanmış (1899). Soğuk ve karanlık gecelere yakışır.
Almanca çevirisi 1908’te, Fransızcası 1920’te, İtalyancası 1922’de yayınlanmış.
Bunlardan hemen sonra Ali Seyfi’nin Türkleştirdiği ve Türkçeleştirdiği eser geliyor: 1928’te eski harflerle yayınlanıyor; 1946’da Latin harfli baskısı yapılıyor. 1997’de İstanbul gotiğinin büyük ustası Giovanni Scognamillo’nun sunumuyla yeniden yayınlanıyor, bu sefer adı: Drakula İstanbul’da.
Bu arada kendi başına alakayı hakeden bir de Selami Yurdatap’ın uyarlama/çevirisi var; başlığı bile dikkate değer: Drakyola: Kan İçen Adam. Yabancı kelime ve isimlerin, Avrupa dillerini bilmeyen okurları düşünerek, Türkçe telaffuzuyla yazıldığı günlerin halkçı hatırasına hürmetimiz sonsuz.
Neyse, asıl konumuz kitap kapakları. Bana kalırsa konu ne kadar kanlı ve soslu ise kapak o kadar vakur olmalı. Önce 1733’de yayınlanır yayınlanmaz vampir konusunu Avrupa’nın sıcak gündemine taşıyan, Osmanlı Sırbistan’ı ile Habsburg toprakları arasında yaşanmış bir “gerçek vak’a”nın hikayesi:
Sonra benim favorim: Bram Stoker’ın klasikleşmiş eserinin birinci baskısı.
Ali Seyfi’nin ilk yayını da ağırbaşlı, dolayısıyla gizemini iyi taşıyor. Bunu imkansızlıklara, o günkü şartların iddialı ve süslü bir kapak tasarımına elverişli olmayışına bağlarsak haksızlık etmiş oluruz gibime geliyor. Nasıl bir renk o öyle?
Gerek eserin ikinci yayını gerekse Yurdatap’ın Drakyola’sı tasarımlarından çok kapak sayfasında kitapla ilgili latif sözleriyle dikkatimizi çekiyor.
Şimdilerde okurların bugünkü çeviri anlayışına daha uygun bir çevirisi var, Zeynep Akkuş tarafından gerçekleştirilmiş. Onun da farklı yayınevleri tarafından farklı baskıları var. Kapaklar tam bir yelpaze. Tercihi Zeynep Hanım’a bırakmak isterim.
Teorik açılım yapmazsak Entel Bülten’in naşiri ve baş muharriri bizi demode bir arşiv düşkünü tarihçi olmakla suçlayacak. Şimdi önce dönüp 1897’deki kapağın vekarına bakın bir de alttaki fabrikasyon kapak örneklerine. Vampir kitabı mı basacaksın, istediğini al içini doldur.
Neoliberalizmin örüntüsünde vampir motifinin metalaştırılmış görüntüsü tebellür etmektedir, gibi bir cümle ile topa kuramsal bir yükseklik kazandırdıktan sonra bir de toplumsal meseleye değinelim: çevirmenin rolü, değeri ve hakları. Entel piyasasında hakkı yenmiş, değeri bilinmemiş, ikincil hizmet sektörü muamelesi görmüş bir çevirmenleri bilirim bir de kütüphanecileri.
Şu veya bu yayıncının günahına girmek istemem ama çevirmenlerin bırakın kitabın tasarımı ile ilgili fikrinin sorulmasını, nice kez ücretlerini bile hakkaniyetle ve zamanında alamadıklarını duyuyoruz, biliyoruz. Yarın öbür gün okurların protestosuyla karşılaşabilirler, nahoş olur. İfşa edilmelerinde yarar var.
Bir de günümüzden güzel kapak çalışmalarına dair bir iki sözümüz var. Bu konuya hakim olanlar tarafından etraflıca ele alınmasını ve ben gibi okurların gözüne gönlüne hoş gelen nice kitabı tasarlayan sanatkarların tanınmasını dilerim. Doğrusu işini harika yapan tasarımcılar var. Dünyanın değişik yerlerinden Türkiye’ye gelen dostlarla meslektaşlarla kitapçıları gezdiğimizde hem çevirilerin bolluğuna hem genel olarak kitapların zarafetine dair bir iki söz söylüyorlar muhakkak. Seviniyoruz.
Konunun sinema yanına daha sonra gireceğiz kısmetse. Gelecek program olsun.
Ramili Cemal
Romanın değişik dünya dillerine çevirileri için, başta Türkçe olmak üzere bir takım eksiklerine rağmen, bkz:
https://www.cesnur.org/2003/dracula/
Ali Rıza Seyfi’nin çevirisinde millileştirme olgusu üzerine güzel bir inceleme yazısı okumak isteyenler şuraya bakabilir: Şehnaz Tahir Gürçağlar, “Adding towards a nationalist text: On a Turkish translation of Dracula”, Target 13:1 (2001), 125–148.