Başlığı görüp 3. sayfa haberi bekleyenler yanılıyorlar. ‘Halaybaşı kim olacak kavgasında iki mahalleyi çevik kuvvet ayırdı!’ veyahut ‘damadın arkadaşları hazırlıklı gelmiş’ filan gibi. Son günlerde bu tip fazla örnek vermek istemiyoruz, çünkü içimiz acıyor vuku bulanlardan.
Başlık Doğan Hızlan üstadımızın Ocak 2000 tarihli bir köşe yazısından. ‘Bildiğiniz üzere – belki de bilmiyorsunuz- müzayedeye katılanlar ellerine, ucunda numara yazılı bir sopa alırlar, buna da müzayede terminolojisinde bayrak denir. Eli bayraklılar, eli sopalılar ne derseniz deyin. Sopa sözü de hoşuma gitti’ diyor ve tecrübeli arkadaşlarından edindiği bilgilere göre sopasızlar da kendi içlerinde sınıflara ayrılıyor: 1) gerçekten sanata meraklı olup da, müzayededen mal alacak kadar parası olmayanlar…. oradaydım diyebilmek. Sanat yazarları öğrenciler’ filan diyor. ‘2) Acaba fotoğrafım çıkar mı diye müzayedeye koşanlardır’ burada tabii ki baba sanat müzayedelerinden bahsediyor. 400 bin liraya Doğançay 2,800,000 TLye Halil Paşa filan satılan. Tabii bizim diğer müzayedeleri bilmez üstat, piramidin daha alt tarafındaki. Malını koyan esnaf, tek tek iki bin lotun fiyatını kaydedip kendi fiyatını ona göre ayarlayacak olan diğer bir sınıf – valla onlara da sahaf deniyor ama -; malları müzayede girmiş olan ihtiyar teyze veya amcalar; müzayedeye mal koymayı amaçlayan ve fakat karar veremeyenler. Sadece katalog toplamak için gelenler mi, onlar da var galiba.
“Sopalılar: 1) Sahici müzayede müşterileri…Hatta…başkaları onlar adına sopa kaldırır. 2) Bu maddede yer alanlar sanat falan düşkünlüğü yoktur, hata sanat umurlarında değildir. Bunca parayı da zevk için vermezler… Onlara teşhirci diyen de vardır 3) Sıra geldi kalabalığın en gösterişçi takımına: antika alacak ne paraları vardır ne de zevkleri…Sopaları vardır ama hiç kullanmazlar. Haftalık dergiler veya Televole gibi programları takip ederler bütün hafta çıktılar mı diye.. 4) Tüccar sopalılara gelince… Bunlar kar için alırlar, ama tüccar sözünden hoşlanmazlar, yatırımcı (investor) olarak anılmak isterler.” Şimdilerde iş tabii ki durum daha da beter olmuş gibi görünüyor. Şöyle, birinci sopalılar asla müzayedede görünmüyorlar. Tamamen telefon veya elemanları vasıtası ile katılıyorlar. Dördüncü maddeye eklenmiş dörtbuçukuncu sınıf diyelim; pedalcılar ki bunlar bir şekilde niyetli olan alıcının niyeti doğrultusunda azami parayı harcayabilmesi için sopa tutarlar.
Doğan bey şöyle bitiriyor: “Bir daha müzayedeye gidersem, gene de elime bir sopa alacağım. Yapışmaz ya. Potansiyel alıcı görüntüsü, kompleksten kurtulmanın en sağlam yolu.”
Şimdi soruyoruz, siz sopalılardan mısınız yoksa sopasızlardan mı?
Sopalılar -sopasızlar. Onbirinci kat yazıları. Doğan Hızlan. 2001 Doğan Kitap. s. 205
Küçük bir ukalalık: Bayrak kelimesi yurt dışında ‘paddle’ tabir edilir, ve malum-u aliniz paddle bizim Teksas Tommiks (daha çok çelik bilek ve rodi’nin) kayıklarındaki (kanolardaki?) kullandıkları küreklere verilen ad. Yani aşağıda Kaptan Swing’in elindeki!
Bu hafta lafı fazla uzatmıyoruz. Saatleri Ayarlama Enstitüsü Flamingo dramından dem vurmuş, doktor haftalar sonra Cugara mevzuuna girmiş iken uzatmamak gerek. Seyfettin bey müthiş bir Kuran-ı Kerim kopyası ile ilgili terennüm ediyor. Ancak haftaya ölmez sağ kalırsak Timbuktu ile ilgili bir şeyler daha yazacağız. ‘Hazırlıklı gelmeniz için daha evvel yazdıklarımızı bir okuyuz. Sonradan hocam bilmediğimiz yerden geldi’ filan muhabbeti olmasın.