Bu satırlar yazılırken Entel Bülten’in “genel müdürü” Ekber Bey New York’ta, eski kitapçıları, müzayede evlerini, kimseciklerin bilmediği kıyıda köşede kalmış lokantaları dolaşıyor olacak. Fırsattan istifade Zergün Hanım’a alternatif bir yayın çıkarma teklifinde bulundum. İsmi “Dantel Bülten” ya da “Özentel Bülten” olarak tasarladım. Zergün Hanım aklımı başıma almamı, bu işlerin öyle göründüğü gibi kolay olmadığını, üstelik Ekber Bey’in döner dönmez kulaklarımı çekeceğini -biraz da korkunç benzetmeler yaparak- anlattı uzun uzadıya bana. Oysa ki o gün kırkıncı doğum günümdü ve ben, o ana kadar, hayattan her türlü dersi aldığımı düşünüyordum. Neyse, eski Türk filmlerinde söyledikleri gibi, bu bahsi kapayalım. Neticede, gördüğünüz üzere, yerimiz kürkçü dükkanı.
Ekber Bey, şu aralar Büyük Elma’da gününü gün ededursun, maalesef kitap fuarını bir iki hafta farkla kaçırdı. Bir iş gezisi vesilesiyle o tarihlerde orada bulunduğumdan -malum sinema topluyorum- elimde birkaç tane yarımşar kiloluk Hacı Bekir lokumuyla, bazı dostları ziyaret etmek için soluğu tarihi Armory binasında aldım. Giriş ücreti olan 25 doları ödedikten -zatıalileri artık yaklaşık 150 TL olur- ve içinde iki aylık kızım için az önce satın aldığım kremlerin olduğu çantayı kontrol ettirdikten sonra içeri girebildim. Üç farklı standda duran arkadaşlarımla görüşüp ağırlıkların bir kısmından kurtulduktan sonra, geçici bir müze olarak tanımlayabileceğim fuarda dolaşmaya başladım. Kırk haramilerin mağarasındaki Ali Baba gibi bir histi bu koridorlarda dolaşmak.
Robertson’un bir İstanbul fotoğrafı; çok ilginç botanik çizimler; Blackmer ya da Atabey’de olmayan 1570 Jacques de Braeckle’nin 1570 tarihli İstanbul seyahatnamesi; Hemingway’in bir barmen dostuna üzerinde bir notla imzalayıp gönderdiği ve bana “İhtiyar Balıkçı ve Deniz”i hatırlatan bir kare; Baudelaire’nin Elem Çiçekleri’nin yayıncısı Poullet-Malassis’e gönderdiği, gerekli tashihlerle ilgili bilgi içeren bir mektup; içlerinde F. Scott Fitzgerald’ın olağanüstü kapaklı Muhteşem Gatsby’sinin de bulunduğu çeşitli ilk baskılar; 1929’da sadece on beş nüsha basılan ve Picasso’nun Apollinaire portresini de içeren bir Contemporains Pittoresques buradaki değerli taşlardan bazılarıydı ve bunların hiçbirini alıp eve getiremediysem de -avuçlarımın içlerini terleten Hemingway fotoğrafı az önce satılmıştı ve de Braeckle’nin seyahatnamesi için 175,000 Amerikan doları isteniyordu- hesabıma yine de güzel bir imzalı kitap düştü: İmzalı bir Otomatik Portakal… Elimdeki nüsha, projeyi alıp Stanley Kubrick’e götüren, dolayısıyla hayata geçmesinin temelini atan yapımcıya ithaflıydı. Olağanüstü provenanslı önemli bir ilk baskı… Binadan çıkarken görevliler üzerimdekileri bir kez daha kontrol ettiler (malum bazıları böyle yerlerde kendilerine hakim olamayabilir), meraklı bakışlarla sahaf kataloglarının ve kitabın yanında duran kavanozların ne olduğunu sordular. “Pişik kremi” dedim, “kızım için olan çantadaki tek şey”. Güldüler. Taksiye binerken aklımda iki düşünce vardı: Uzunca bir süredir uğrayamadığım 5. Cadde ile 47. Sokak kesişimindeki Katsu- Hama’da bir katsu yemek ve Otomatik Portakal: Belki de, çantamda kızım için olan tek şey şu bahsettiğim pişik kremi değildi.