Malumunuz geçtiğimiz hafta yazmıştım, yaz geldi ve hatta geçiyor, bu vesileyle biz de, ailecek kendimizi bir Yunan adasına mı atsak diyerek Şengen vizesine başvurmuştuk.
İkitelli’nin dumanlı bacaları arasından (ofisim tam pik dökümcülerin karşısındadır) kısa bir süre için de olsa kurtulup bir süreliğine bir ada havası almak için şimdi yollardayım. Yollardayım derken, eşim ve biri yedi yaşında diğeri altı aylık iki kızımla beraber. Her ne kadar cebi biraz para görmüş, ağzı purolu vatandaşlarımızın şımarttığı lokantaların olduğu adalardan birine değil de daha bakir bir coğrafyaya gitmek istesek de, maalesef altı aylık bebekle fazla risk almayıp büyükçe, aradığımız şeyleri bulabileceğimiz bir yeri seçtik. İki çocuklayken beraberimde götürdüğüm Oscar Wilde’yle , Salinger’le, Cortazar’la nasıl ilgileneceğim bilemiyorum ama en azından günde bir iki saat vücudumu sere serpe güneşe teslim etmeye kararlıyım. Eşime karşı biraz daha küstahlaşabilecek alanım olursa şayet kulaklığımı takıp benim için Spotify’ın pabucunu çoktan dama atan Idagio (yalnızca klasik müziğe odaklanmış bir streaming şirketi) listemden birşeyler bile dinleyebilirim belki.
Neyse ben artık izninizi isteyeyim, bizim altı aylık, Zürafa Sophie’sini -Sophie’yi tanıyanlarınız olacaktır- düşürmüş, dolayısıyla feribot ada sahillerine varmadan evvel eğilip onu yerde aramam gerekiyor. Görüyorsunuz, Entel Bülten yazıları ne büyük özveriyle, nasıl anlarda yazılıyor.
Kısmetse haftaya görüşmek dileğiyle. Hem havamda olursam belki Mehmet Yaşin misali (onun üslubuyla olamasa da) damak çatlatan bir iki Yunan lokantasından söz eder, Ayhan Sicimoğlu’nun giydikleri gibi, çiçekli böcekli bir gömlekle çektireceğim bir fotoğrafımı sizlerle paylaşırım, kim bilir? Şöyle sağsalim gidip dönelim de…