Her Şey Bir Öpücükle Başlar

Eski Ahit’in en erotik bölümü olan “Ezgiler Ezgisi” öpücüğe övgü ile başlar:

“Öpücükler versin bana ağzıyla

şaraptan yeğdir çünkü okşayıp sevmen”

(Samih Rifat Çevirisi, Ezgiler Ezgisi, Okuyanus Yayınları, 2002)

Konu üzerine yazılmış çeşitli eserler, öpücüğün dünden bugüne öyküsünü öğrenmemize yardımcı olur. Örneğin, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Adriane Blue’nun “Öpüşme: Metafizikten Erotiğe”   adlı kitabı, öpüşmenin Freud’dan etnologlara, antropologlardan şairlere, romanslardan heykel ve resime, Hollywood’dan edebiyata uzanan macerasını aktarır.

Biz ise konuya ulusal bir katkı yapacak kaynaklara yönelmeyi uygun gördük. Açılışı yapacak olan Evlilik ve Mahremiyetleri adlı ( ilk baskısı İst. 1944) tuğla boyutlarındaki kitabıyla ünlü Dr. Cemal Zeki Önal; “Buse: Sır ve Muammaları?” başlıklı bölümde konuya ayrı bir gizem katmaktadır. “Buse, aşkın, şiirin dilidir. Aşk gözlerde doğar, dudaklarda beslenir,” diyerek konuya şairane bir giriş yapan evlilik doktorumuz, eski yazarlardan “buse” konulu vecizeler aktardıktan sonra devam eder: “Bütün bunlar, dudakların büyülü zevkini anlatıyor. Kuşlar bile ağız ağıza gelerek, vuslatın [ayrılık] zevkini toplar. Ağız oyunları, öpüşmek, dil dile gelmek, can yakmadan ısırmak, aşk arzularını şiddetle uyandırır… Kadın, erkeği fazlasile ateşler.”  Buse konusundaki teşvik edici alıntıları cömertçe okuyucularına sunmayı sürdüren doktorumuz Cemal, sonunda konuyu bilimsel platforma taşır: “Buse bir ilim, sevişme sanatının ilk hecesidir.”

Sözkonusu kitap pratik bir (el kitabı diyemiyeceğim tam 824 sayfa) başucu kitabı olduğundan, işin edebiyatı yanısıra pratiğine de girmeyi ihmal etmez. “Busenin tekniği…Nasıl öpüşmeli?” başlığı altında bilgilerimizi genişletecek inciler buluruz:

“Buse, bir zevk ekip biçmeli, dudakları tutuşturmalı. Bu dudakların dem tutmasile olur. Buse bu suretle his ve şiiriyetini bulur. Bu dem, busenin dudakları ateşlemesile başlar, bu ateşlemeyi öpüşmenin incelikleri işler. Öpüşmede, ilkin dudakların zayıf teması, bu ilk temas, dudakların birbirine dokunmasiyle bir kontakt vuku bulur. Bu ateşlenme ile bir şarj başlar. Buse ne kadar uzun sürerse şarj o kadar fazlalaşır. Bu zevk tekâsüf eder [yoğunlaşır], hisleri sarar, busenin büyüsü başlar. Bu büyü, öpücüğün dudakların bir yerinde kalmaması, dudakların bütün sathına yayılması, her yanını kaplamasiyle artar. Bu halde, buse her noktayı ayrı ayrı tenbih eder [uyandırır]. Bu zevki eker, yayar, daha çabuk ateşler, bitmeden diğerinin kıstırması, buselerin birbirini kovalaması bir tenbih bilmeden diğerinin başlamasiyle ateşleme fazlalaşır, bu yaylım ne kadar kuvvetle ve süratli olur ve içten eserse ateşleme o kadar şiddetlenir.”

Öpüşme denilip geçilemeyeceğini anladınız elbette. Aşağıda metni okuduktan sonra da artık ‘sadece öpüştük başka bir şey olmadı’ diyemiyeceksiniz, eminim. Bakın öpücüğün bekâretle ilişkisi konusunda 1949 yılında Her Hafta dergisinin “Kadın-Erkek” sayfası bizi nasıl aydınlatıyor: “Aşkta busenin yeri hakikaten mühimdir. Sevdiği, beğendiği, birçokları arasında tercih ettiği erkeğe dudaklarını veren genç kız kendini yarı yarıya vermiş bile sayılabilir. Öpüşme faslında kadınların aşırı derecede heyecanlanması, baygınlığa benzer bir takım hallere maruz kalması, ürpermesi, titremesi, kendinden geçmesi, gevşemesi, yarı yarıya mukavemetsiz kalması, öpüşmenin şehvet üzerindeki mutlak ve amansız tesirini izhara kâfidir.

Kadından alınan buse onun bekâretine doğru atılan bir nevi ilk adım olduğu için, kadın bekâret mevzuunda ne kadar titiz ve muhafzakâr davranıyorsa, kendini öptürmek, dudaklarını vermek bakımından da haklı bir korku ve yerinde bir tereddütle ayni titizliği gösterecek, kaypak davranacak ve kaçamak yollar bulmak için kendine göre çarelere başvuracaktır.”

1950’lerin ortasında Ertem Eğilmez ve Refik Erduran’ın kurdukları Çağlayan Yayınevi’nin cinsiyet kitaplarında ise konumuz romantizmden uzaklaşarak ayaklarını sağlamca yere basmaya başlar. Dizinin ikinci kitabı olan On Derste Cinsiyet’in üçüncü dersi ( Cinsi Münasebete Hazırlık ), “öpüşme”ye özel bir bölüm ayırmıştır. Yazarın ( iç kapakta Dr. Laurent Chavernac yazmaktaysa da, kitabın büyük ihtimalle çeviri olmadığı, bizim topraklarımızda üretildiği Ertem Eğilmez’in anılarından anlaşılmaktadır) bilinçaltını ortaya döken şu satırlarla konuya girilir: “Bir erkeğin, kadının dudaklarını ağzına alarak dişlerini onun dudaklarına temas ettirmesi; veya dilini onun dudaklarında dolaştırması şeklinde buseler, âşıklardan başka herkese garip, hattâ iğrenç görünebilir. Fakat sevişen iki insanın bu gibi aşk oyunlarından sonsuz bir zevk duydukları muhakkaktır.”  Ders kitabımız sözü giderek “kadının hassas noktaları”na yönelen buselere getirmekteyse de, isterseniz biz omuzların yukarısında kalalım.

Duman Busesi!

Çağlayan Yayınlarının bir diğer cinsiyet kitabı da Cinsiyet Alfabesi adını taşımaktadır. Bu kitabın da Dr. med. W. Feyerabend (?) tarafından yazıldığı belirtilse de, biz, “hazırlayan: C. C. Cem” ibaresinin gerçek imza olduğunu düşünüyoruz. “Öpücük” maddesi, bir önceki kitabın benzeri bir içerikte gelişmekteyse de, konumuza alfabetik bazı katkılar getirildiği inkar edilemez. Kitapta, “Dil busesi”, “Fransız öpücüğü ya da derin buse”, “Duman busesi” ( sigara dumanının ağızdan ağıza nakledilmesi imiş! )  sözcüklerinin anlamları açıklanmaktadır.  Bu açıklamalarda yine ilginç bir üslubun söz konusu olduğunu görmemek mümkün değil. Takdirlerinize sunuyorum: “ ‘Dil busesi’nde eşler dilleriyle birbirlerinin ağızlarının içini karıştırırlar. Dillerin çok içerilere kadar uzandığı buseye Amerikalılar ‘Fransız öpücüğü’ veya ‘derin buse’ derler. Cinsi mânâda pek çok çeşitleri bulunan busenin bilhassa kadın tenasül aksamına tatbik edileni bariz mazohist hususiyetler arzeder.”  Daha fazla mazohistlik etmeyi düşünmediğim için alıntılamayı burada bırakıyorum.

Çağlayan’ın açtığı yolda yürüyen çeşitli kitaplar arasında özellikle bir tanesi bizim açımızdan önem taşımaktadır. Bu M. Süleyman Çapanoğlu’nun kaleme aldığı Öpüşmek Hangi Ayda Tatlıdır adlı kitaptır. Kitabın girişinde Refik Halit Karay’ın şu sözleri yer almakta: “Buse, ağız kadehinin dudak şekeri karıştırılarak dil kaşığı ile içilen insan usaresinden yapılmış misilsiz bir içkidir.” Siz tam bu sözlerin özgül ağırlığı üzerine düşünmeye çabalarken, Çapanoğlu konuyu olağanüstü bir başarıyla özetleyip çabanızı anlamsız kılar: “Öpmek, aşkın salçasıdır.”

Süleyman Çapanoğlu kırk sayfalık kitapçığında, öpüşmek konulu çeşitli yazıları bir araya getirmiş; araya kişisel yorumlarını da katmayı unutmamış. Yararlandığı kaynaklar arasında yer alan 1328 (1912) tarihli Karagöz Salnamesi’nden  aktarılan “buse” konulu makale şu satırlarla noktalanıyor: “Hıfzısıhha noktai nazarından busenin mazaratı kabili inkâr değildir. Hatta ahiren teşekkül eden Verem Kongresi, bazı buseye haris ve azgın kimselerin ağzını tel kafeslerle örterek busenin revacını [hedefine ulaşmasını] menetmek istemiştir. Bu mütalâa fena değil. Çünkü bu gibilerin içinde bazan öperken ısıranlar da bulunuyor.”

Bu ilginç kitabın, adında yer alan soruya cevap vermeden bittiğini düşünmenizi istemem. Süleyman Çapanoğlu, sonunda sözü bu önemli noktaya getirir: “İnsanlar, mayıs ayında tabiatın baharı, neş’e ve saadeti içine girerek; hayatın güzelliklerinden, hayatın neşvesinden istifade etmeli, çiçekler arasında gülmeli, şarkı söylemeli, çayırların yeşil şiltesine yatmalı ve bilhassa öpüşmelidir.”

 

 

Siz yine de baharı beklemeyin derim. Sevginizi bir öpücüğün  ellerine teslim edin. Daha fazla şairlik taslamamak için, sonsözü gerçek bir şaire terkedelim. Abdülhak Hamit bir beyitinde şöyle demekte:

“Ruhum iki dudağımın arasına gelmiş bekliyor

Lütfet de bir buse ile!..

Hayatım sana geçsin.”

 

 

Shopping Cart
Scroll to Top