Dostlar;
Artık yeni sene ile birlikte daha sık ve düzenli bir şekilde karşınıza çıkmaya özen göstereceğiz. Hep beraberce sıkıntılı günlerden çıkıp bol kitaplı, koleksiyonlarımızla haşır neşir; keyifli sanat ve kültür haberlerini paylaşarak daha güzel ve umuyoruz daha sağlıklı günlere doğru beraberce yolumuza devam ederiz.
Geçen hafta geniş bir şekilde bahsettiğimiz ‘Anılar ve İmzalar’ müzayedesinde, kurcalanacak derinine incelenecek; en azından ilgili hikayeleri anılacak çok malzeme var. Bunların bazılarından bahsetmek isteriz. Öncelikle rahmetli dostumuz Yusuf Çağlar’ı bir kez daha anmak için kısa bir süre evvel bir internet sunumuna hazırlanan kulunuz ‘baş entel’in bir karikatürünü çizmiş ve haleti ruhiyesini İngilizce olarak yazmış. Rahmetli son dönemde çok meraklıydı İngilizceye.
Söz ‘Anılar ve İmzalar’dan açılmış idi. Acaba neden dönüp dolaşıp bu konuya geliyoruz? Vallahi, konu çok keyifli ama bu bültende ‘reklam yerleştirme’ var. Şöyle söyleyelim WhatsApp dan çıkabilirsiniz ama bizim dolaylı reklamlarımızdan kurtulamazsınız. Çünkü çok basit: konu çok keyifli, hikayeler şahane. Mesela Refik Ahmet Sevengil’in terekesinden çıkan şu fotoğrafa bakar mısınız? Hanımları bir kenara koyalım, daha doğrusu ‘başımıza taç yapalım’ Diğer beyleri de başka bir kenara. Özellikle iki kişinin muhabbeti ile ilgili bakındık, neler bulduk. Yok merak etmeyin ‘Hüseyin beyin ne güzel turşu, komposto, reçel yaptığından tığ ile ördüğünden, ya da Refik Ahmet için ördüğü takkenin nerede olduğundan’ dem vurmayacağız.
Hulusi beyden bahsedeceğiz. Emekli miralay, 1933 yılında ölünce Hüseyin Rahmi Gürpınar neden bu kadar sarsıldı? Yani ne kadar sarsıldı? Kalkıp Sait Halim Paşa’nın davetini kabul edip Mısır’a gidecek kadar.
Miralay Hulusi Bey ve Hüseyin Rahmi için Refik Ahmet Bey der ki: Elli yıl arkadaşlık ettiği kendisi gibi bekar mütekait Miralay Hulusi Bey’in Hüseyin Rahmi’ye Hüseyin Rahmi’nin ona gösterdiği dostluk ve sadakat 20. asrın ahbaplıkları arasında eşine tesadüf edilmesi mümkün olmayan bir vefa ve feragat şaheseri sayılmalıdır.
Selim İleri ise daha da farklı açıklıyor: ‘Büyük romancının en iyi arkadaşı Hulusi Bey’dir, hiç şüphesiz böyle dostluk da bir aşktır. (…) kalın kaşlı pos bıyıklı Hulusi Beyle Hüseyin Rahmi az gezip tozmamışlar. Güllü Agop’un hiç bir temsilini kaçırmazlar, direkler arasını beraber dolaşırlarmış.’
Mevzuu tabii ki uzatabiliriz. Hüseyin Rahmi’nin ne kadar titiz ve temizlik hastası, Hulusi beyin yazarın tüm eserlerinin ilk okumacısı olduğunu, Hüseyin Rahmi’nin sansür ile muhtelif devrelerde haşır neşir olduğunu, 1924 yılında ‘Son Telgraf’ gazetesinde tefrika edilen ‘Ben Deli Miyim?’ isimli eseri ile ilgili ‘namusa ve ahlâka aykırı yayın’ nedeni ile dava açılması üzerine, aynı gazetede yayınladığı mektup şöyle bitiyor: Ben susayım, lâkin bu ictimâî marazlar cemiyeti inletiyor. Yaralar işliyor. Her gün artan mikropların virüsleri etrafa yayılıyor. Susmak, Abdülhamit devrinde bu, Meşrûtiyet’te bu, Cumhuriyet’te de mi böyle olacak?”
Müzayededeki mektuplarda biri Hulusi beyin vefatını müteakiben Refik Ahmet’e yazdığı mektuptur. Ama hangisi bilmiyoruz. O kadar Osmanlıcamız olsa zaten Kim bize Entel diyebilir ki..
Geçen hafta İstanbul Ansiklopedisi ve Reşad Ekrem’in ithafında Sadi’nin dizelerini okuyup anlayıp Türkçeleşmesinde yardımcı olan Cemal Kafadar iki şeye kızmış. Birincisi Farsça metin yanlış yazılmış geçen bültende:
Ne ber-uştur bisuvârem ne çu ester zîr-ı bârem
Ne hudâvend-i ra’iyyet ne gulâm-i şehriyarem.
Şeklinde düzeltmek üzere uyardı. Diğeri de kendisinden bahsederken “bi daha sefere “prof c. kafadar hocamız” yerine “bizim Cemal” ya da “bizim Rami’li Cemal” yeterlidir:)” diye de uyardı.
Ekber And