Bahsettik mi hatırlamıyorum ama yıldönümleri, özel günleri hatırlama ve onunla ilgili yazmak bizi cezbetmiyor. Neden mi? Anlatayım; bir defa hatırlaması fazla kolay hatta sanki mecburi gibi, sosyal medya devamlı kafana vuruyor. Hatta biraz daha kurcalarsan Zuluların İngilizleri doğradığı günden tut (ki bir bayramdır bizce), ilk balinanın yağından sabun yapılma yıldönümüne kadar her şeyi hatırlatıyor bazı programlar ya da siteler (yazlık siteler deyu boş bakmayınız website(si)).
Öte yandan başımıza o kadar çok tatsız şey geliyor ki ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Başımıza gelenler bir tek bizim başımıza geldi diyerek devam edeceğiz zannediyorduk. Ama öyle değil, her sevdiğimizin her dostumuzun pek dostumuz olmayanın da başına küçük büyük bir şeyler geliyor. Son üç yıl, hatırlamak istemediğimiz o kadar çok şey var ki. O kadar kıymetlimizi kaybettik ki. Sosyal medyada A harfine bastığımızda direkt olarak “Allah rahmet eylesin” cümlesi çıkıyor. Autocorrect tabir edilen bu otodüzeltme (otomobilin direksiyonunu düzletme değil sabrımızı zorlamayın) mürettip hatalarını tez elden düzeltiyor. Çok can sıkıcı. Bu konuya girmiyorduk, kayıplarımızı fazla liste halinde yayınlamayalım diyorduk ama.
Hasan Çopur amcamız da göçtü. Nur yüzün, iyiliğin dünyaya yansıması; hoşgörünün ne kadar kolay olduğunun simgesi idi. Zarafetin saraylara, Fransız asilzadelerine, düklere, Sultanlara değil iyi kalpli ve akıllı insanlara ait bir şey olduğunun ispatı bir muhterem zat. Hiç ukalalık çok bilmişlik etmeden daima yumuşak ve bilge ifade ile koleksiyonunu inşaya devam eden, ne kadar hakim olduğu belli olan, her dildeki belge kitap için başka cepten başka bir liste çıkartıp “bakıveee bakiim bu gosterdiğin aha şurda yazan değil mi” diye muzipçe eğlenen. Bizim hanım bayrak kaldırıyor diye Konya olsa dahi hemen indiren, çok ısrarla almaya çalışana “hadi al bakalım hayrını gör” diye bırakan. Gittiği mekanda çay ikram edilince bardağını kendi çalkayan, sekreter kızlara, çalışanlara çaktırmadan ve fakat ısrarla bahşiş veren birinden bahsediyoruz. Tabii ki bu bizim tanıdığımız kadarı ile. Bir de tabii ki, Konya belleği için yaptıkları toparladıkları nakış işler gibi inşa ettiği müzesi var. Allah her kente bir Hasan amca ihsan etsin.
Vesile olsun analım bir daha Yusuf kardeşim bu fotoğrafımı çekti ve gitti. Dağ gibi Atilla Oral gitti, Reha kardeşimiz gitti. Aklımıza gelmeyenler muhakkak vardır. Rahmet olsun hepsine vardıkları yerde daha çok kitap vardır dileriz ki…
Kitapçılardan kütüphanelerden bahsederken, Türkiye’de ve İstanbul’daki Suriyeli mülteciler ve ülkelerindeki sıkıntıları okur yazarlıkları hep aklımızın köşesindedir. Hele bazı kentlerdeki, mesela Afganistan’daki rejim değişikliğinden sonra neler oldu? Bazı kütüphanelere, kitapçılara neler oldu? Hüzün ile bakar dururuz? Sadece hüzün mü, ne arıyor bu cahil insanlar buralarda aramızda diye yakınır dururuz. Sanki oralarda kitap, kütüphane, kitapçı hiç olmamış gibi.
Ama öyle değil işte. Fransız gazetecinin yazdığı bir kitap gözümüze çarptı. Daraya kütüphanesi ile ilgili. Küçük Daraya kenti Şam yakınlarında devlet mezalimi altındadır 2012’den itibaren. Genç bir grup yıkılan evlerin içine girerek tüm kitapları toplayarak bir yeraltı kütüphanesine getirmekte ve sahiplerini de işaretleyerek kaydetmektedir. Nispeten korumalı hafif yeraltındaki bu kütüphane ciddi boyutlara ulaşmış ve kitap ödünç vermekte ve de mekan içinde okumaya gelenleri de ağırlamaktadır. Delphine Minoui -ki Le Figaro’nun İstanbul muhabiridir– 2015’te fark ediyor ve irtibata geçiyor. Ablukanın sonundan az bir süre önce kütüphaneye bomba düşüyor ve ön taraf olduğu gibi açılıyor. Tamir etmeye uğraşılır tekrar toparlanırken Şam kuvvetleri şehre giriyor ve kütüphane talan ediliyor. Yakacak olarak kullanılmış olanları hariç tutunuz, Şam ve diğer şehirlerin sokak pazarlarında koleksiyonun parçalarına rastlanmaktadır. Tefrik etmek kolay ne de olsa, alınan ev ve sahibi yazılı… (Detaylı bilgi için tıklayınız)
Her Suriye hikayesi gibi iç sızlatıcı bir sonu var. Koleksiyonerlerin üncülerinden bir üldürülmüş, diğerleri kitapların bir kısmı gibi dağılmışlar. Ürdün, Filistin, kuzey Suriye ve Türkiye’ye…Unutmayalım ki ortalıkta gezinen sadece ucuz işçi potansiyeli veya çaresizce Ege adalarına geçenler değil. İçinde kitap koleksiyonerleri var. Canı pahasına kütüphaneleri bir arada tutmaya çalışanlar var. Bu örneklerden pek somut bir diğerini bir sonraki bültenden anlatacağız.