Önce eski bir gazete haberi okuyalım girizgah niyetine: 4.5.2003 tarihindeki bu haber şöyle : “Japonya’ya gönderilmek üzere Eminönü PTT Paket Servisi’ne bırakılan koliden şüphelenen yetkililer, polise ihbarda bulundular. Postaneye gelen Mali Şube ekipleri, koliyi açınca içindekinin antika bir İncil olduğunu gördüler. Bunun üzerine polis İncil’e el koydu. Kolinin üzerinde yazılı bulunan adrese giden polis, emekli tıp doktoru! olan Mehmet Hilmi Merttürkmen’i gözaltına aldı. Merttürkmen, sorgusunda, kitapçı olduğunu, İncil’i Japonya’da bir arkadaşına göndermek için postaya verdiğini söyledi. 1583 yılında Latince yazılmış olan ve ceylan derisiyle kaplı bulunan İncil’e yaklaşık yarım milyon dolar (800 milyar lira) değer biçildi. İncil Müzeler Müdürlüğü’ne gönderilecek.”
Bugünden baktığımızda koleksiyon ve kitap kültürü açısından oldukça mizahi bir durum bu. Oysa haberdeki incil, 1912’de Boyacıyan Agob Matbaası’nda basılan Osmanlıca incil yayınından başka bir şey değilmiş. Değil yarım milyon dolar, 50 dolar bile etmiyordu bu baskı. Hoş, haberde sanki Gutenberg İncili mualemesi görmüştü. Yaşanan bu traji komik durumu bizzat rahmetli sahaf Hilmi Hoca’dan dinlemiştim. Hoca, ifadesi alındıktan sonra hemen serbest kalmıştı. Yazmadan baskıya, kitapların dünyasına dalanlar için Hilmi hoca; elbette unutamadığımız şahsiyetlerdendi. 1941 yılında Gaziantep’te doğan Hilmi Merttükmen, taşra hayatının yokluklar içinde gelişen serüveninde, Erzurum İslami İlimler Fakultesi’nde asistan olarak göreve gelecek kadar, kendini yetiştirmiş bir ilim ehliydi. Tez kataloglarını karıştıranlar hocanın basılmamış şu tezinin künyesini bulurlar: “Merttürkmen, Hilmi, Buhari’nin Ebu Hanife’ye İtirazları ve Aralarındaki İlıtilaflar, Atatürk Üniversitesi İlahiyar Fakültesi, Erzurum 1976, 88 sayfa. Basılmamış Doktora Tezi).
Bir öğrencisinin yıllar sonra anlattığı şu hatıra da oldukça ilginçtir:
“Erzurum İslamî İlimler Fakültesine kaydoldum. Benim okuma merakım hocaların kulağına gitmiş. Hadis hocalarımızdan Hilmi Merttürkmen adında bir hocamız kitapçılıkla uğraşıyormuş. Bir gün bana “sende kitaplar varmış, görmeye gelebilir miyim?” dedi. “Buyrun hocam” dedim. Evime geldi, kitaplara baktı. Aliyyül Kari’nin El-Mevduatu’s-Suğra’sı el yazma olduğundan dikkatini çekti. Onu aldı, bir kenara koydu. Sonra, Farabi’nin El Medinetü’l-Fazıla’sının çok zarif, cildi bozulmamış, Osmanlı meşin nefis ciltli bir baskısı vardı. Onu da bir kenara koydu. ”Şu iki kitabı bana verir misin?” dedi.Düşündüm, bunların hakikaten çok değerli olduğunu onun kadar değilse de ben de anlıyorum. Nasıl söyleyeyim, hocama nasıl “alma” diyeyim? İstemeyerek de olsa “Olur hocam” dedim. O kitapları aldı, gitti. Aradan yıllar geçti. Ben üniversiteyi bitirdim, doktoraya başladım. Bir gün baktım ki, Aliyyül Kari’nin El-Mevduatu’s-Suğra’sı Abdülfettah Ebu Gudde tarafından tahkik edilmiş, basılmış. Kitabı hemen aldım. Eve geldim. Âdetim, aldığım bir kitabın evvela önsözünü şöyle bir okumaktır. Önsözü okuyunca, beynimden vurulmuşa döndüm. Sebebi şu; Abdülfettah Hoca orada diyor ki; “Ne yazık ki bütün dünyayı dolaşmama, taramama rağmen bu kitabın yazma bir nüshasına rastlayamadım. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Hind’den Sind’e kadar her tarafı taradım, bulamadım.”
Bu ifadeleri okuyunca ben mahvoldum. Bir nüshası varmış demek ki, o da bendeymiş. Onu da Hilmi hocamız almış, gitmiş, kitapçılık yaparken belki de birine satmış… Sonra, o hocanın İstanbul’da sahaflık yaptığını duydum. Koştum, oraları aradım. Belki elinde kalmıştır da, kaça satarsa satsın, alır Abdülfettah Hoca’ya gönderirim, “alın, güzel bir yazma nüsha” derim diye. Bulamadım, mesele öylece kapandı. (Anlatan: Prof. Dr. Faruk Başer)”
Efendim, bu haber ve iktibas nakillerinden sonra, dönelim zaman defterinin tozlu sayfalarına. Hilmi Hoca, gerçekten sahaf geleneğimiz içinde nice dostlarımız gibi, nev-i şahsına münhasır bir zat idi. İlk defa 1995 başında uğradığım mekanı, Taksim Tünel çıkışının arka sokağında küçük bir bodrum katından ibaret olup, tam anlamı ile bir depo görünümündeydi. Rutubet kokulu bu yerde, duvardan tavana üst üste yığınlar halinde Arapça, Farsça, Osmanlıca kitaplar doluydu. İlk defa gidişte nice sahaflarda olduğu/olacağı gibi hoca, kendini ele vermemişti. Sahaf – Müşteri ilişkisi devamlılık esasına dayalı gelişmesi gerektiğinden, saman alevi gibi bir defa gidip de , bir daha semtine uğramaz iseniz, kitaplardan yana nasibiniz yoktur diye düşünmek lazım. Neyse ki serde kitap aşkı bulunduğu için, daima uğrar olmuştum Hilmi Hoca’ya. Yıllar sonra Kadıköy Kilise sokağına taşınmıştı. Yeni yeri, giriş bir dükkandı. Kitaplar ise, eski dükkanda olduğu gibi, yığınlar halinde üst üsteydi. Bu karma karışık görünen ortamda, sorduğunuz kitabı eliyle yeni koymuş gibi hemen size bulup çıkarmasına hayret ederdim daima. Hocamız, dükkanda çizgili Sümerbank pijamaları ile oturur, uğradığınızda tarih öncesinden kalma çinko çaydanlık ile hemen bir çay demler ve ikram ederdi. Genelde konuşmalarımız şöyle olurdu:
-Hocam şu mühendishane baskısı mı?
-Bilmem ki, olabilir..
-Ne kadar bunun hediyesi?
-150 dolar amma 100 dolar kurtarır.
-Bi düşüneyim efendim, sağ olun.
Bir hafta sonra tekrar gittiğimizde:
-Hocam geçen hafta sorduğum mühendishane vardı ya!
-evet
-ne kadar idi o
-300 dolar.
-?
Aslında garip bir husus değildir bu durum. Hilmi hocamızın bu tarzı, eski geleneğin bir tavrıdır denebilir. Çünkü, sahafta kıymetli bir eser ile karşılaştığınızda, ilk aşamada almanız her zaman önem taşır.
Sahaf olup da araştırmalar yapmak, kitaplar yayınlamak bir güzel haslettir. Sahaf’ın şair olması ise daha da güzeldir. Hilmi Hoca’nın 1982’de Erzurum’da yayınladığı Kırklar ülkesi adını taşıyan şiir kitabını gördüğümde de hiç şaşırmamıştım. Dedim de değişik zat idi hoca. Eski kültüre oldukça aşina olmasına karşın, Öz Türkçe kelimeler kullanmaya bayılırdı. Şiir kitabı da bu tarz şiirler ile doluydu. 2013 yılında hayata veda eden bu güzide sahafımızı böylece hatırladıktan sonra, son olarak kullandığı çek karnesine yazdığı ibareyi anlatarak bitirelim; efendim, hocamız çek kestiği zaman “hamiline” ibaresini yazmaktan nedense hazzetmediğinden, kimi zaman “getirene” kimi zaman da “taşıyana” ibaresini yazardı. Tabi, kanunda bu tarz bir ibare uygulaması yer almadığından, banka gişelerinde epey itirazlar yükselir, sonunda kabul ederlerdi. İşte böyle bir hayli renkli kişiliği olan melami meşrep bir sahaftı Hilmi Hocamız. Rahmet ile anmış olalım vesselam.
Birinci Görsel: Merhum Sahaf Hilmi Hocamız
İkinci Görsel: Tapkın Merttürkmen adı ile yayınladığı şiir kitabı:
(Kırklar ülkesi, Erzurum,1982. 96 sayfa.