Geçenlerde tesadüfen izlediğim bir tv kanalında bir yazar; gençlere kitap okumaya dair kendi tecrübelerinden hareketle nasihatler veriyor ve şöyle diyordu: “önemli bulduğunuz yerlerin altını muhakkak önem sırasına göre çizin!. Yanınızda üç ayrı renk kalem olsun, birincil önemli yerleri kırmızı ile, ikinci derecede olanları mavi ile, üçüncü derece önem taşıyanları da mesela yeşil ile satırların altını çizin!” şeklinde büyük bir öğüt veriyordu. Şaştım kaldım. Bu beyefendi kitaplığınızdaki kitapları perişan edin, karalayın mı demek istiyordu yani?
Medrese yazmalarına aşina olanlar bilirler. Eserlerin sayfaları metin araları ve sayfa kenarları dahil olmak üzere notlar ile doludur. Hem çoğu zaman bu derkenar notları eserin kendisi kadar önemlidir. Çünkü haşiye ve şerh geleneğimiz, bir eseri anlama ve yorumlama kulvarında böyle bir okuma biçimi geliştirmiştir. Modern zamanlarda ise bu okuma biçimi kitapları çize çize perişan etmeye dönüşmüş ise vay o kitapların haline. Hani derler ya satsan satılmaz, alsan alınmaz bir nesneye dönüşüvermişlerdir.
Bu konuya biraz da geçtiğimiz aylarda bir yazma eserin başlık sayfasında yer alan güzel bir vecizeyi paylaşan bir akademisyen dostumun sohbeti vesile oldu. Eski bir yazma içinde yer alan bu vecizede; “Her kim kitabın zahri’ni karalar / vurup kitabıyla ağzın kıralar”. Gayet kibar bir lisan ile, kim ki bir kitabın girişini çizip karalar, onun o karaladığı kitap ile vurup ağzını kırmak lazım diyor. İşte böyle.
Kitaplığımdaki bir icazetnamenin girişi de maalesef böyle karalanmış. İcazet demiş iken malumunuz, medrese geleneğinde kaynak bir kitabı okumak, adeta onu ezberlemek manasına gelirdi. Bunun şahidi olarak da bir okumalar zinciri oluşturulup, silsile yolu ile hangi eser kimin kaynaklığı ile okunagelmiş ise; bu hak, tarih içinde kaybedilmeden hep kayda geçirilerek, bir saygıya dönüşürdü. Okumayı “bilme” haline getiren de, artık bir başkasına okutabilmek seviyesine yükseldiği için; bu konuda icazet almaya hak kazanırdı. Bir tür diploma işte.. Dersler yerine kitapların anıldığı bir diploma. Tam burada durup acaba diyorum, koleksiyon kültürü için de böyle bir zincir sistemi, bir çeşit el alma, el verme durumu olsa; ne güzel olurdu değil mi?
Neyse bu defa biraz ütopya içinde ilerledik galiba. Yine de çevremizde kitapları çizip karalayan var ise nazikçe uyarmadan geçmeyelim.
Üst görsel : İlmiye İcazet geleneğinin bir örneği: Ankaralı Müderris Mehmet Tevfik Efendi’nin 1906 yılına ait icazetnamesi ve zahriye sayfasının karalanmış hali.
Alt görsel : kitapları asla karalamayın! ikazının en veciz kelam-ı kibarı.