Tılsım nedir az çok haberdarızdır. Velakin kitaplar için bir tılsım bulmaya kalksak konu başka mecralara uzar gider. Kitapların her birinin kendisi birer tılsım zaten. Yine de eski kitap kültürümüzde, özellikle yazmalar dünyasında, kimi zaman cildin üstüne, kim zaman da içindeki ilk sahifeye “Ya Kebikeç” yazıldığı çokça görülür. Bu ibare aslında kitapların gün yüzü görmediği zamanlarda ortaya çıkan bir mikro canlının tezahürüne karşı zırh olsun diye yazılagelmiştir. Havasız rutubeti bol ortamlarda başını gösteren ve adına biraz da sevimli olsun diye! “kitap kurdu” denen canlı, tahta kurusu böceğinden bir gömlek aşağıda kalan bir kurtçuktur aslında. Elbette konumuz bu zararlının teknik durumunu anlatmak değil, onu muhterem parazitoloji uzmanlarımıza havale edelim.
Efendim, eski yazma geleneğimizde kimi zaman müellifin bizzat kendisi, kimi zaman da çoğaltmasını yapan müstensihler özene bezene yazageldikleri kitapları bitirince son sayfasına dua tabirleri ile isimlerini ve yazılış tarihlerini eklerlerdi. Daha ziyade kitabı mülküne katan şahıslar da en başına “Ya Kebikeç” çektikten sonra sahip olma mühürlerini basarlardı. Buraya kadar her şey normal seyrinde ilerler gider. Ancak zamanın uğultulu tepelerinde “kitap kurdu” fırsatı kollar ve uygun iklimde hücuma geçip güzelim kitabın içinde kendine bir yer edinir. Fark edilmediği zaman da kum saati işlemeye başlar. Bu hücumu çok canlı biçimde yaşamış bir yazma, çağlar öncesinden günümüze ulaşmış; “Büyük Hekim İbn-i Sinâ’nın “El-Kanûn Fî’t-Tıbb” adlı Arapça eserinin Abdurrahman b. Yesevi tarafından hicri 529 ( m. 1135) yılında Muhammediye Medresesinde, nesih hatla yazılan en eski nüshasının ikinci cildi olup, 180 varak ve 25 satırdan oluşmaktadır. Söz başları kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Resimlerinde göreceğiniz gibi haşeratın aşırı okumasından dolayı! biz okuyuculara okuyacak sayfa kalmamıştır neredeyse. Konya bölge yazma eserler kütüphanesinde muhafaza edilen bu nüsha, şükür ki uzun uğraşlar ile kurtarıldı. Teknik imkanların kitapların restore edilmesi için kullanılması en çok biz kitapseverleri mutlu eder.
Başta “ya Kebikeç” dedik, aslında, eskilerin zihin dünyasında bu kelime; kitapları koruyan cin’in adı diye bilinir. Lisanı hal ile kitaba ilişmek isteyen kurtçuğa; “ilişme bu kitaba, zarar verme sayfalarına” söylenmiş olur.
Elinize bir yazma düştüğünde bakın bakalım “ya kebikeç” yazmışlar mı?
Yazımızı hoş bir kıssa ile tamamlayalım; vakti zamanında medrese hocası talebesine yeni bitirdiği yazma eseri teslim eder ve der ki; “evladım, eserin başına “ya Kebikeç” diye yaz da kurt yemesin. Talebe “tamam” deyip güzelce ibareyi ilk sayfaya iliştirir. Bir hayli zaman sonra aynı kitabı raftan indirdiğinde bakar ki sayfalar delik deşik kurt yeniği olmuş. Koşa koşa hocasına gider, “Hocam, bakın “ya Kebikeç” yazdım fakat sayfaları kurt yemiş. Hocası kitabı alıp bakar ve gülümseyerek; “evladım kurt önce kebikeç’i yemiş, sonra kitaba dadanmış”. Bu kıssadan sonra kitaplarımız için en yakın aktardan toz naftalin alıp sayfaların içine serpin, halis Kebikeç’i uygulamış olursunuz.