Koleksiyon yapmaya başlamadan önce, maddi gücü olan herkesin koleksiyon yapabileceğini sanırdım. Zamanla idrak ettim, bir koleksiyoncunun en önemli sermayesi cüzdanının kalınlığı değil, saygın ve güvenilir olmasıdır. Saygın ve güvenilir olmanın da bir bedeli var elbette. Evvela, kişi verdiği sözleri zamanında yerine getirmelidir, ancak sözünde duran kişiye yeni kapılar açılır. Bu yola baş koyanlar araştırmalı, okumalı, ilgilendiği konularla alakalı kendini eğitmelidir. Bunların ardından gelen en önemli faktör, bu gerek bir kişi, gerek bir dönem, gerek bir konu olsun, bir noktaya odaklanma zorunluluğudur. İlk toplamaya başladıklarım, grafik tasarım odaklı film afişleriydi. Yurtiçinde ise ilgi duyduğum edebiyatçıların imzalı kitaplarını almaya, sanırım 2015 yılında başladım. Zamanla, biriktirdiklerim nadir fotoğraflar, lobi kartları, bulunması zor birinci baskılar, ilgi duyduğum konularda kendi başına koleksiyon sayılabilecek materyallere doğru genişlese de, odak noktamı bu iki ana alanda tutmaya çalışmam gerekliliği hep karşıma çıktı: Diğerleri, bütçemin küçük bir bölümünün aktarıldığı kümeler olarak kalmalı hep. Her yeni koleksiyon, savaşta açılan yeni bir cephedir. Dolayısıyla odaklanmak hem rakip koleksiyonerlere göre daha dinç olmama, hem piyasayı daha yakından takip etmeme, aynı zamanda da esnafın aklında daha kolay yer edinmeme olanak sağlayacaktır.
Koleksiyon yapmak sorumluluğu bunlarla sınırlı değildir. Bu işte esas katma değer, üretmektir şüphesiz. İmzalı kitap koleksiyoncusu Haluk Oral’ın araştırma ve biyografileri, sinema afişleri toplayan George Lucas’ın iki Amerikan şehrini rakip yapan ve nihai olarak Los Angeles’ta kurmaya karar verdiği müze, işte hep bu üretimle ilgilidir, ki kitleler bu sayede, bu özel insanların tutkularına ortak olurlar.
Bu iki güzide insandan bahsedince aklıma başka bir nokta daha geliyor: Bu işte saygın olmanın bir diğer şartı da, etrafındaki diğer koleksiyon yapanlara, özellikle katma değer yaratabileceklere, saygı göstermektir. Yıldız Savaşları’nın yaratıcısı, bundan birkaç yıl önce, Fransa’da afiş galerisi sahibi ortak bir dostumuzun bastırdığı bir katalogdaki yüz küsur son derece nadir ve baştan çıkarıcı afişten sadece bir iki mütevazi parça satın almış, aslan payını “bu afiş şunun duvarına, şu afiş de şuraya gitmeli” diye es geçmişti. Koleksiyon yapmak trafikte araç kullanmaya benzer: Hem hedefe varmak için uğraşmalı, hem de diğer şoförlere tevazuyla yol vermeyi bilmeli… Hoşa giden bir parça, eğer bir başkasının topladıklarının yanında daha da bir anlamlı olacaksa, dizginlenemeyen tüm arzulara rağmen, o ürün o diğer koleksiyona bırakılmalıdır. Bu biraz tartışmaya açık gibi görünse de, alicenap bir tavır görmek isteyen, önce kendi alicenap olmalıdır. Koleksiyon yapan herkes, az ya da çok hırslıdır, ama bu hırs açlıkla karıştırılmamalı, eski bir bankacı dostumun tabiriyle, “hırs aklın ve centilmenliğin önüne geçmemelidir”. Bir kişi, ancak parayı ve hırsı yenerse, başarılı bir koleksiyoncu statüsüne yükselebilir; yoksa şahıs daldan dala atlayan, hoşuna giden ne varsa satın alan bir alışveriş canavarına döner ki, kimse bu dostlarımızı bir koleksiyoner olarak ciddiye almayacaktır.
Chris Marker’ın bilimkurgu klasiği La Jetee’den (1962) çok nadir bir orijinal fotoğraf. Kısa film olması nedeniyle bu yapım için Fransa’daki ilk gösterimden malzeme neredeyse yok denecek kadar azdır, örneğin orijinal bir afiş şimdiye dek hiç ortaya çıkmamıştır. Fotoğraf boyutu (18 x 10,5 cm.) yönetmen için bu kısa filme özel üretilmiştir.
(Seçkin Çekirdekçi Koleksiyonu)