Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada ve ülkenin okur yazar çevrelerinde bir kitap çok konuşuldu. Tahmin edeceğiniz üzere bu, Yılmaz Özdil’in 1881 nüshası olan ve 2500 TL fiyata satılan “Atatürk” isimli çalışmasıydı. Kimisi fiyatını eleştirdi, kimisi kitabın içeriğinin bir takım eksikleri olduğundan dem vurdu. Şüphesiz bu eleştiriler yerindedir. Kitapta bir bibliyografi, alıntılarla ilgili herhangi bir liste yoktur ve bu özel baskı için istenen fiyat da oldukça yüksektir.
Bununla birlikte, kitabın, yazarının ve yayınevinin bazı çevrelerce neden yerden vurulduğuna pek de anlam veremiyorum. Yurtdışındaki yayınevleri genelde önce bir kitabın pahalı bir baskısını yapar ve bundan bir müddet sonra da daha hesaplı bir etiket fiyatıyla satılan nüshalarını basar. Malumunuz, bu vakada, önce herkesin satın alabileceği edisyon yapılmış, sonra da, bir koleksiyoner baskısı çıkmıştır. Dolayısıyla, olaya, basit bir arz talep meselesi olarak bakmak en doğrusu gibime geliyor, insanlar değerli paralarını böyle bir kitaba vermeyi uygun gördüler demek ki, kitap, hiç ummadığım şekilde, dakika içerisinde tükeniverdi.
Bu vesileyle gelin bu limitli baskılar üzerine küçük bir gezinti yapalım. Dünya ölçeğinde son yirmi yıla bu konuda damgasını vuran şirket, malumunuz Taschen’dir. Yayınevi, gerçekten de ilginç limitli baskılara imza atmıştır: Her bir nüshası (1500 adet) Hugh Hefner’in giydiği meşhur ipek pijamasından küçük bir parçayı içeren Playboy tarihi kitabı, Marc Newson’ın tasarladığı özel sehpası ve iri bir meteor parçasıyla satılan 575,000 Euro’luk Moonfire, Stanley Kubrick’in çekemediği filmi Napolyon’la ilgili tüm evrakların kopyalarını içeren bir külliyat, Amerikan seks yıldızı Vanessa del Rio’nun hayatını ve kariyerini anlatan, basılan 200 nüshasının birinin içinde oyuncu ile (ve profesyonel bir fotoğrafçı eşliğinde!) bir gece için bir bilet de içeren kitap bunlardan bazıları. Taschen bu konuda o kadar iddialıdır ki bastığı kitapların yaptığı primlere bile kendi özel kataloğunda yer vermiştir.
Ülkemize bakacak olursak, Türkiye’de bu limitli prestij kitap işini en iyi yapanlardan birisi, şüphesiz Ertuğ- Kocabıyık yayınları. Melchior- Lorichs’in İstanbul panoramasını ilk gördüğüm günü hatırlıyorum, oldukça etkilenmiştim. Bilgi Üniversitesi’nin yayınladığı Nazım Hikmet’in “Çankırı’dan Piraye’ye Mektublar”ını içeren defterin tıpkı basımına dokunmak bile beni çok heyecanlandırmıştı. İletişim’den çıkan Kara Kitap’ın onuncu yılına ait baskı benim fetiş objelerimdendir. Bu kitabı, Orhan Pamuk’un bir imza gününe götürmüştüm. Sıra bana gelip de yazara uzattığımda, asistanına dönüp “ya bak, bir de böyle bir kitap vardı, bundan da basalım olmazsa” demiş, kısa bir süre sonra, YKY’den Kara Kitap’ın 25. yılına özel bir baskı çıkmıştı. Belki klasik anlamda “prestij” olmayacak ama, memleketimizde Libra mesela, ilginç konulu kitapları, çok kısıtlı adetlerde basarak okuyucuya ulaştırıyor. Şunu söylemeden de geçmek istemiyorum: Türkiye’de büyük ticari başarı beklenmeyen kitapların yalnızca 1000- 2000 adet basıldığı düşünülürse, aslında ülkemizde basılan neredeyse her kitap limitli. Bazen öyle oluyor ki, yakın geçmişte gördüğünüz bir kitaba, maalesef, bir daha rastlayamıyorsunuz. Geçtiğimiz hafta satın almak istediğim altı kitaptan üçünü piyasada bulamamıştım: Silahlara Veda (Hemingway), İki Kere Yabancı (Clark), 50’li Yıllarda Türkiye (Bengi), 2018’in son aylarında basılan “Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri Antolojisi” (derleyen Orson Scott Card)…
Konu kitapsa, ne olursa olsun, eli çabuk tutmakta yarar var. Burası Türkiye…