Öksürüğü ta sokaktan duyulan genç adam nefes nefese muayene odasına girip biraz soluklandıktan sonra, “Doğan abi öleceğim öksürükten, kurtar beni lütfen “dedi. Yakın zamanda kısa dönem bedelli askerlik yapmak üzere Burdur’a gittiğini biliyordum, “herkes gibi sen de koğuştakilerden kapmışsındır bir şey, kaç kişiydiniz odada ?” diye sordum, sonra da yakın zamanda edindiğim tecrübeye dayanarak “sen de sigaraya başladın mı oralarda yoksa? ” diye şaka yollu devam ettim. Hayretle yüzüme bakıp “nereden anladınız ?” diye sordu, “bugün hiç içmedim daha ama üstüme mi sinmiş kokusu ?” Hayır, koku üstüne sinmemişti ama bu son 6 ayda o kadar sık karşılaştığım bir durumdu ki artık kapıdan içeri öksürerek giren her genç adama askerden mi geldiğini ve sigaraya başlayıp başlamadığını sorar olmuştum. Bir tanesi askerlik deneyimini “bütün gün ‘hazır ol, rahat, çök, sigara yak’ komutları dışında hiçbir şey yapmadan geçirilmiş bir 21 gün” olarak tanımlamıştı. Hayatında hiç sigara içmemiş genç adamlar alışkanlıkları olmuş olsa belki de kurtulabilmelerinin sağlanabileceği tek ortamda neredeyse zorla sigara tiryakisi yapılıyordu.
Dünya sağlık örgütünün yılda 6-7 milyon kişinin ölümüne neden olduğunu tahmin ettiği ve en önemli “önlenebilir” ölüm sebebi olarak kabul ettiği bu alışkanlığın tarihi İspanyolların Amerika topraklarına ayak basmasıyla başlıyor. Servet hırsıyla yenidünyanın tüm nimetlerini sömürmeye hazır bu açgözlü güruhun hemen dikkatini çekiyor yerlilerin bu yaprağa olan bağlılığı. Şaşırtıcı da değil bu çünkü gittikleri her yerde yerliler kutlamalarda ya da barış için yakıp dumanını çekiyorlar, tozunu burunlarının içine çekerek kötü ruhları kovuyorlar, bir yerinde yara mı var, hemen yapraklar biraz ıslatılıp yaranın üstüne, ağrıyan eklemin etrafına sarılıyor, dumanı da sanki biraz keyif veriyor, baş döndürüyor. Karaipler’de yaşayan yerliler dumanı çekmek için kullandıkları ağızlığa Taino dilinde “tabago” diyorlar, bazı başka adalarda da tüttürmek için hazırlanan sarmalara “tabaco” deniyor. İspanyollar geri döndüklerinde o kadar heyecan ile bahsediyorlar ki bu tobaco dedikleri bitkiden, Kral 2.Philip derhal getirilmesini emrediyor ve Toledo’nun dışında pek de verimli olmayan bir vadinin bu bitkinin yetiştirilmesi için hazırlamasını emrediyor. Vadinin verimsizliğin esas sebebi ağustos böcekleri tarafından her sene talan ediliyor olması ve söylendiğine göre böcekler her nedense genel olarak bu bitkiden uzak duruyorlar. 1560 senesinde Los Cigaralles vadisinde ilk kez tütün tarımı başlıyor. Cigarra ağustos böceğinin İspanyolcası bu arada, bugün tüttürülen sigaraların adının vadiye ya da böceklere bir referans olduğunu düşünmek için de çok hayalperest olmaya gerek yok.
Yenidünya’dan gelen her bitki gibi tütün de yüzyıllardır hastalarını kanatmak, kusturmak, banyoya sokmak ve ellerini tutmaktan başka pek de yararlı olmayı başaramamış doktorların ilgisini çekiyor. Her derde deva yeni bir Panacea bulmuş olmanın heyecanı tüm Avrupayı sarıyor bir anda. Fransa’nın Lisbon büyükelçisi de çok meraklı bu tip yeniliklere, kendi başına tütün yaprağını kullanarak değişik ilaçlar üretmeye ve bunları zavallı hastaları üzerinde denemeye başlıyor ve sanki başarılı da oluyor. 1561’de Fransa’ya döndüğünde Kraliçe Catherine’in geçmeyen baş ağrılarını tütün tozunu burnundan çekmesiyle geçirince o bir anda kahraman, tütün bir anda tüm kraliyet ailelerinin yıldızı oluyor. Jean Nicot tütünün popülerleşmesi için o kadar önemli bir rol oynuyor ki 1773 yılında bilinen tüm bitkilerin isimlerini standardize etme amacıyla yola çıkan İsveçli botanist Linneus tütün bitkisine Nicotiana adını vererek onun adını ölümsüzleştiriyor.
Sonraki bir süre harika ilaçlar ve doyumsuz keyif verici maddeler arasındaki yerini sağlamlaştırarak geçiyor tütün için. Tek tük aksi görüşte olanlar da olmasına rağmen akla hayale gelebilecek her türlü hastalık için kullanılıyor ama 1700’lerin sonuna doğru tedavi edici pek bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Dumanının bir dezenfektan olarak kullanılması ise daha uzun yıllar sürüyor, öyle ki çiçek ve veba salgınlarında çoluk çocuk demeden herkese neredeyse zorla sigara içiriliyor 1800’lerin sonuna kadar, kolera salgınlarında hasta odaları tütün dumanıyla temizleniyor.
20. Yüzyılın başına gelindiğinde artık keyfi verici bir madde ve önemli bir ekonomik getiri kaynağı olarak vazgeçilmez bir endüstri oluyor tütün. İç savaş yorgunu Amerika’nın güney eyaletlerinin, özellikle Virginia’nın ayakta kalabilmesi tütün endüstrisi ile olabiliyor. Sigara tüketen nüfus dünyanın tamamında hızla çoğalıyor 20.yüzyıl ilk yarısında ve tütün ve ürünleri devletler ve yenidünyayı soyup soğana çevirenlerin torunları için vazgeçilmez bir kaynak oluyor. Ordular askerlere bedava sigara dağıtıyor, erkekliğe geçişin bir nişanesi oluyor neredeyse sigara. 1930’lara gelindiğinde ABD’de erişkin nüfusun %45’i düzenli olarak %8 kadarı da arada sigara içiyor. Dikkatli bazı gözler ise 20.yüzyıl başına kadar çok nadir bir hastalık olan akciğer kanserindeki artmayı anlamaya ve sigarayla bağlantısını kurmaya çalışıyorlar. Önceki yüzyıllarda hemen hiç bilinmeyen bu hastalık birden salgın gibi her yere yayılmaya başlıyor 20 yüzyıl başlarında. 1930-1955 arası bu ilişkinin doğruluğunu fark edip insanlığı uyarmaya çalışanlarla korkunç karlı bir endüstrinin bu gerçeği karalama kampanyası arasında geçiyor. Titiz araştırmaların kanser ve kalp hastalıklarından ölümlerle sigara kullanımı arasındaki ilişkiyi artık kesin olarak kurduğu yıllarda endüstrinin devleri de gazetelerde reklamlarını doktorları kullanarak yapıyorlar. 1954’de yaptıkları araştırmayla ABD sağlık bakanlığının sigarayı zararlı maddeler arasına almasını sağlayan Dr.Hammond ve Dr.Horn basın toplantısında sigarayı bıraktıklarını pipo içerek duyururken doktorların halen %40 kadarı sigara içmeye devam ediyor, %60 kadarı da sigara kanser arasındaki ilişkinin şüpheli olduğunu düşünüyor. New York Times gazetesi 1963 yılında, o “sözde” kanser korkusuna rağmen Amerika’nın 7 yıldır üst üste artan sigara tüketim grafiğinden ve yükselen fiyatlara rağmen o yıl 630 milyar sigara satıldığından bahsediyor. Sigara endüstrisinin aslında gerçeği fark etmiş olmasına rağmen sigaranın masumiyetini savunabilmesi 1980’lere kadar sürüyor. Bir araştırmacı söz konusu tütün değil ıspanak olsaydı kimse bir daha ıspanak yemezdi diyor konuyla ilgili ama artık sağlığa verdiği zararlar gayet net bir şekilde bilinse de tüketim özellikle kalkınmada geri kalmış fakir ülkelerde tüm hızıyla sürüyor. Dünyada halen yılda 5 trilyon sigara dakikada 20000 sigara sarabilen makinalar tarafından üretiliyor. Üretimin ve tüketimin yarıya yakını Çin kaynaklı bu arada, geçen yıl 3 trilyon adete yakın sigara içmiş Çinliler. Yılda 6 milyon kişinin sigaraya bağlı hastalıklardan öleceği ve üretici firmaların sigara başına 1 cent/ 6 kuruş kazandığından yola çıkarak her ölümden 10000 dolar kar ettiklerini hesaplamışlar sigara şirketlerinin, silah endüstrisinden bile karlı sanki.
Ben herkesin az çok sigara içtiği bir evde büyüdüm 1960’lı yıllarda. İlk denemelerimi 13-14 yaşlarımda yaparken yakalandığımda evimizin emektar yardımcı kızmak bir tarafa “oğlum artık erkek olmuş” diyerek takdirle karşılamıştı yaptığımı. Babam İstanbul’un pahalı bir semtinde, duman altı olmuş muayene odasında hasta bakar , ben mecburi hizmetimi yaptığım SSK dispanserinde sigaramdan bir nefes çeker ve aksi aksi sorardım hastalara sigara içip içmediklerini. Uzmanlık eğitimimde her ameliyat çıkışı sigara molası verir, öyle dönerdim ameliyathaneye. Belli ki sadece eğitimin yetmediği bir durumla karşı karşıyayız bu durumda. Amerika yolculuklarında sigara içebileceğim ya da her aklıma geldiğinde satın alabileceğim bir yer bulamamak, içebildiğimde zavallı bir tiryaki bakışlarını üzerimde hissetmek zaten giderek rahatsız etmeye başlamıştı alt benliğimi ama benim gözümü esas korkutanın gırtlak kanserli hastalarımız arasında hemen hiç sigara içmeyen olmaması oldu diye düşünüyorum.
İnanılmaz kazançlı bir endüstrinin halen kurbanlarına ölüm saçmak için çabalamaya devam ettiği günümüzde hepimize herkesi bu konuda aydınlatmak ve korkutmak düşüyor. Jean Nicot bugün hayatta olsaydı yapacağı ilk iş adının bu insanlığın başına gelmiş en büyük bela olarak sayabileceğimiz bitki ile beraber anılmasına itiraz etmek olurdu diye düşünüyorum. Umarsızca ve belki de çaresizce içmeye devam edenlerin çoğu ağustos böceği ile karıncanın hikâyesindeki gibi yakın bir gelecekte başlarına gelmesi olası olumsuzlukları görmezden gelerek yaşamlarını ve sağlıklarını tüketiyorlar ellerindeki cigarra’yı tüttürürken.
DrDŞ