Bayramdan döndük, kazasız belasız. Şükürler olsun. Ancak bir baktık ki, sadece biz dönmüşüz. Kimseler yok, en azından zihnen veya irtibat olarak. Döndük müzayedemize; bazı kitaplar, resimler, evraklar baktıkça hafızamızı gıdıklıyor, hatta tetikliyor. 1960 – 1965 arası olmalı.
Pazar Akşamı saat 10:00. Yatmış olmam lazım, sabah okul var, ama babaannemin koynunda reklam programlarını bekliyoruz. Transistorlu radyosunda. Komiser Kolombo yok, Mavi Ay yok. Fecri Ebcioğlu Teknik Üniversiteden televizyon yayınlarına dahi başlamamış. O zamanlar zırt pırt programların arasında, hatta içinde, hatta sübliminal reklam filan hiç yok. ‘Şimdi reklamlar’ diyor bir derli toplu hanım sesi, TRT adabıyla. İlk reklam programı hiç aklımdan çıkmayan (Cıngıl mı diyorlar?) ile İpana 11 soru bilgi yarışması. Orhan Boran’ın takdimini de hiç bir hiç bir zaman unutmayacağım. Onun konuştuğu Türkçeyi de. Yarışmacının soruyu bildiğinde stüdyodan gelen alkış sesi biraz kızgın yağa bırakılan patates sesini hatırlatırdı. Hatta Allaha rahmet eylesin, çivi Ethem ‘soruyu bilemediklerinde çıkan ses ise yağını çekmiş patlıcan sesine benzer’ derdi.
Arkasından da tabii ki Pirelli’nin ‘Zeki Müren şöförlerin yol arkadaşı’ veya benzer bir başlıklı program. Ve hiç unutulmayacak anons: ‘Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun sevgili şöför kardeşlerim.’ İnci gibi bir Türkçe, yılışıklık yok, edepsizlik yok. İki veya üç şarkı arasında sohbet. “Her gece kederdeyim/ Durmadan içiyorum/ Sevda ektim kalbime/ Yalnızlık biçiyorum.”
Yakalanmadan odama yatağıma geçiş ve kapanış.
Ama şimdi düşününce mesela Orhan Boran’dan İvedik’e nasıl geldik. O Türkçe’den. Düşünsenize, tutuk yalan yanlış geveleyen bongocu yerine tüm dünyanın güzel yerlerini Orhan Boran anlatıyor. Mesela Prag’a gitmiş Türkiye’nin bayisi (yoksa bayii mi denir) Egemen beyi ziyaret ediyor.
Nasıl geldi hikaye buraya? Yukarıdaki Zeki Müren fotografından. Önce ne kadar güzel el yazısı varmış diye düşündüm. Sonra nasıl öldüğü, daha evvel nasıl münzevi olduğu, daha evvelinde Bodrum’da yaşadığı dönemler; popülaritesi, şahsına has saygınlığı. Ve beni yıllarca çok çarpmış bir hikayesi geldi. Bir eski arkadaşım, gençlikten, sonraları iş hayatından. İşçi çocuğu, erken yaşta çalışmaya başlamış; sırtında varil ve tırnakları ile kazıyarak, sektörünün çok zengini olmuştu. 1990 lı yıllarda artık sanayi sitesinin içinde iki dirhem bir çekirdek ofis, Alman arabası ve diğer emareler…
Evet demek ki 1996 senesi Eylül ayı. Ofisine uğradım arkadaşımın. Ortakları var, kendi yok. ‘Nerede’ dedim. ‘Çorbacım?’ malum öyle bir tabir vardır. Büyük küçük birbirine para kazandıran esnaf ‘Çorbacım’ diye hitap eder. Çorba parasını, yani rızkı beraber çıkarttıkları için. Diye tahmin ediyorum. ‘Bursa’ya gitti’ dediler. ‘ne var ki Bursa’da? ‘Zeki Müren’in cenazesine gitti’. Haydaaa ne alaka şimdi, deyince anlatmaya başladı bir tanesi. ‘Genciz, cebimiz para görmüş, Bodrum’a gittik. Gündüz plajlar, koylar, geceleri diskolar, kulüpler takılıyoruz. Bardakçı denen yerde bir diskoda bir olay oldu, kavgaya karıştık. Sırtımız yok arkamız yok. Hasımlarla, garsonlar bir oldu; nasıl dayak yiyoruz. Hani bakıyoruz, hangimiz ceset çıkacak diye. Bir anda, kavga durdu. Şef geldi, iki üç garsonla bizi aldı; dışarı götürdü. ‘Ulan Paşama dua edin’ dedi. ‘Nooldu abi?’ diye sorduk. Tam işinizi bitireceğiz Paşam geldi, ‘kesin ulan ayıp. Delikanlı çocuklar onlar’ dedi. Hayatımız kurtuldu. Çorbacım o gün yemin etmiş. Paşam öldüğünde cenaze namazını kılacağım. Tabutunu taşıyacağım diye. Şimdi Google dedi ki, bu hikayenin tarihi 28 ya da 29 filan Eylül 1996 olmalı. Sonra da daha geri gittim. ‘Gözünüz yollarda kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim’
Her gece kederdeyim.