Orhan Veli’nin kedisi yok, başlık yanıltmasın sizi. Ama eski sandıkları karıştırınca, karşımıza kedili şiirleri çıkar. Bu şiirleri anlamak için oldukça eskilere gitmemiz gerekiyor. Erol Güney, küçük bir çocukken Rus İhtilali’nden kaçıp İstanbul’a gelen bir Yahudi ailenin ferdi. Kırklı yıllarda “Tercüme Bürosu”nda çalışmış. Sonra gazetecilik yapmış. Daha sonra da Demokrat Parti’nin gazabına uğrayıp vatandaşlıktan atılmış. Haluk Oral ve Şeref Özsoy onun kitabını yazmışlardı: Erol Güney’in Ke(n)disi… Erol Güney’i ve kedisini meşhur eden, Orhan Veli Kanık.
Erol Güney kadınlardan çok kedilerini kıskanırmış: “Gençken kedilerim hep dişiydi. Onları çok severdim, çok kıskanırdım. Mart ayı geldiği zamanlarda dışarı çıkmak için miyavlayıp dururlardı. ‘Çıkmayacaksın’ diye bağırırdım, kimi zaman döverdim hatta. Kolay kolay bırakamıyordum kedimi, ama yapacak bir şeyin olmadığını büyüdükçe öğrendim.”
Yani Orhan Veli’nin kedili şiirleri, kendisinin değil Erol Güney’in kedileri. Bu iki kısa şiir, Erol Güney’in uzatmalı kedisi Edibe hakkında:
[1. Şiir]
Bir erkek kediyle bir parça ciğer;
Dünyadan bütün beklediği.
Ne iyi!
Diğeri de şöyle:
[2. Şiir]
Çıkar mısın bahar günü sokağa
İşte böyle olursun.
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür,
Durursun.
Yukarda söz ettiğim kitapta, Erol Güney bu şiirlerle ilgili olarak şunları anlatıyor:
“Kedim hakkında yazdığı iki şiir onun gerçeğe ne kadar bağlı olduğunu gösterir. Bir gün Orhan bizde, Edibe de onun dizinde oturuyordu. Edibe birdenbire ayaklandı ve dışarıya çıkmak için hamle yapmaya çalıştı. Kapıya koşmuştu. Orhan ne olduğunu anlayamamıştı, açıkladım: ‘Ciğerci geçiyor, duyuyor musun, ondan bana ciğer alın demek istiyor’ dedim. Ciğercinin sesini bizden çok önce duymuş ve tanımış olmasına da şaşırmıştı, ama bunu aklının bir köşesine not etmişti.
Aradan birkaç ay geçti, bu sefer aşk yüzünden dışarı çıkmak istiyordu, gene Orhan vardı. Bu ikisini birleştirip hayatının başlıca şeylerinin bunlar olduğunu o birkaç mısrayla anlattı Orhan.” Birinci şiirin öyküsü böyle.”
“İkinci şiir ise Edibe’nin hamileliği ilerledikten sonra ortaya çıktı. Edibe bir köşede yatmıştı, Orhan onun bu halini şiirleştirdi. Bu tasvirlerinin ne kadar doğru olduğunu da birkaç yıl önce fark ettim [Bu konuşma 2003 yılında yapılmış].”
Bu farkediş ve öykünün sonu ise şöyle:
“Edibe’nin 22 yaşında ölmesinden sonra ailemize başka kedi almamaya karar vermiştik. Ama nasıl olduysa bundan iki üç yıl önce, genç ve dişi bir kedi evime girdi ve evde kalmasına izin verdim. Zaten yalnızdım, artık ailem yoktu ve evde bir canlıya gereksinim duyuyordum. Gene de bahçeye çok çıkardı, özgür bir kediydi. Ne olmuşsa olmuş gebe kalmıştı ve tıpkı Edibe gibi davrandı, düşüne düşüne durdu. Ben de ona dedim ki: ‘Bak Orhan Veli’yi okusaydım, böyle olmazdın.”
Orhan Veli kedilerini sevdiği Erol Güney’in genç baldızı Bella’ya da aşık. Ona yazdığı şiirlerden de bahsediyor Erol Güney, söz ettiğimiz kitapta.
Orhan Veli’nin kedilerle bir dolaylı ilişkisi de Nahit hanım vesilesiyle. Şehmuz Güzel’in kitabından aktarıyorum: “Ankara’da edebiyat ilgi çekiyor. Edebiyatçılar da. Hele şairler. Güzel Sanatlar Genel Müdürü Halil Vedat Fıratlı sempatik bir adam. Eşi Nahit Hanım, ‘kedi meraklısı ve kedi uzmanı.’ Ankara Kız Lisesinde edebiyat öğretmeni. Evinde toplantılar düzenliyor. Bir tür Fransız usulü ‘salon”’ türünde. Bir tür ‘kabul günü’ gibi. Kadınlı, erkekli. Rakı filan da içiliyor. Orhan Veli var, Necati Cumalı, Melih Cevdet elbette, daha birçok insan. Kimi eşiyle geliyor. Edebiyat konuşuluyor. Tartışılıyor. Hoş zaman geçiriliyor. Orhan Veli ile Nahit Hanım birbirlerine aşık oluyorlar. Ama ne aşk! Yakıcı cinsinden. Güzin’in [Dino] anlatlığına göre, ‘Orhan’ın Nahit Hanım’la ilişkisi ni herkes bilirdi, ama terbiyeli insanlar, kimse söylemezdi, dedikodusu yapılmazdı, en azından yüksek sesle dillendirilmezdi. Nahit Hanım ölçülü bir kadın. Öyle delişmen filan değil.’”
Orhan Veli’nin Nahit hanımın kedilerini pek görebildiğini sanmam. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ve Orhan Veli’nin Nahit hanıma yazdığı mektupları aktaran kitap, iki aşığın (elbette ki) Nahit hanımın evinde değil başka mekanlarda buluştuklarının ipuçlarıyla dolu..
Orhan Veli’nin “sınıfsal” içerikli kedi şiirleri de var. Kalantor ciğerci kedisi ile, proleter sokak kedisini anlattığı “Kuyruklu Şiir”e buyrun!
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani;
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.
Ciğercinin kedisi de cevap veriyor haliyle:
Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komünistsin.
Demek bütün binaları yakan sensin,
İstanbul’dakileri sen,
Ankara’dakileri sen…
Sen ne domuzsun, sen!.
Başka ne var, kendisinin de bir anlamda “kedi” olması dışında, konumuza kapı aralığından sızan? Mesela Samim Kocagöz, “Kara” adlı bir kediyi anlattığı (aynı adlı) yazısını acaba neden Orhan Veli’ye ithaf etti, merak konusu… Şiirlerine yeniden göz atsak, biraz daha kedi tırmığına rastlar mıyız acaba? Pek kısa, doyurucu olmayan satırlar çıkar karşımıza. Örneğin “Derdim Başka” başlıklı şiirinde:
(…) Mart diyince kedi,
Hak diyince işçi
Ve neden ihtiyar değirmenci Allah’a inanır düşünmeden?
“Hayat Böyle Zaten” şiirinde de Maviş adlı bir kedinin adı geçer:
Bu evin bir köpeği vardı;
Kıvır kıvırdı, adı Çincon’du, öldü.
Bir de kedisi vardı: Maviş,
Kayboldu.
Evin kızı gelin oldu,
Küçük Bey sınıfı geçti.
Daha böyle acı, tatlı
Neler oldu bir yıl içinde!
Oldu ya, onların hepsi böyle…
Hayat böyle zaten!..
Evet hepsi bu kadar işte… Orhan Veli’nin kedileri denilince akla gelen. Ama etkisi hiç de az olmamış, olacak ki, Fahri Karagözoğlu 1975 yılında Bilgi Yayınevi’nden çıkan Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri’nin kapağına iki kedi birden yerleştirmiş. Nasıl bitsin bu yazı? Yine Orhan Veli noktalasın:
Ben sana hayran/ Sen cama tırman!
Kaynakça:
Orhan Veli, Bütün Şiirleri, YKY, İstanbul 2003
Haluk Oral- M. Şeref Özsoy, Erol Güney’in Ke[n]disi. Göçmen- Çevirmen- Gazeteci- Sevgili, YKY, İstanbul 2005
M. Şehmuz Güzel, Abidin Dino, 2 Cilt, Kitap Yayınevi, İstanbul 2007-2008
Orhan Veli, Yalnız Seni Arıyorum (Nahit Hanım’a Mektupar), YKY, İstanbul 2014