Timbuktu

Geçen hafta Timbuktu ile ilgili bir şeyler daha yazarız diye ağzımızdan çıktı. Bir baktık Cumartesi olmuş, kim okuyacak araştıracak da iki üç satır bir şeyler yazacak. Zaten bilgimiz, şeyimiz sınırlı. genelde başlıyoruz uzun uzun yazarız diye, fenalık geliyor yazacağımız bitiyor. Araya bir resim, bir karikatür bir iki başlık öyle toparlıyoruz. Hep şaşkınlığımızdır zaten; köşe yazarları, dizi senaryocuları, hatta sipariş üzerine yazan yazarlar bu işi nasıl yaparlar? aklımız almaz Vallahi. Bir kaç köşe yazarı arkadaşımıza sorduyduk. Kimisi ‘Valla abi, sabah yazar çıkarım ben evden’ bir diğeri ‘oturur dört beş tanesini yazarım, gönderirim. Önemli bir şey gözüme çarparsa onu da otobüste giderken filan yazarım’ dedi. Hatta bazı yayınevlerinin bazı tercüme veya müstear isimler yazan yazarları ile ilgili notlar var ki akıllara ziyan. Mesela:

Ertem Eğilmez Demirtaş Ceyhun’a anlatıyor. ” “I the jurry.” “Kanun benim” diyor. Hemen aldım. Refik’le, Haldun’a gösterdim. Okuyup, yok canım, pespaye bir şey dediler. Yahu, hele bir de bana anlatın, dedim. Anlattılar ki, tam düşündüğüm, tam aradığım gibi bir hafiye. Yalnız, seks bölümü biraz az. N’apalım? Ekletiriz, dedim. Kime? Refik, arkadaşını teklif etti. “F.M. İkinci yapar bunu” dedi. F.M. İkinci’nin Kemal Tahir olduğunu inan o sıralar daha bilemiyordum. Anlayacağın, Kemal Tahir, Mayk Hammer’a biraz ekler yaptı. Bastık. Vay vay vay!… Bizim Mayk Hammer bir olay oldu ki…  Allah Allah!… Tam 100 bin sattık. Yahu, Mayk modasıdır sardı bütün Türkiye’yi. Amerika’da orijinal olarak topu topu 6-7 Mayk romanı yazılmış, bizde ise, inanmazsın, birkaç yıl içinde 60-70 Mayk romanı yazıldı. Rahmetli Kemal Tahir de F.M. İkinci imzasıyla çok Mayk romanı yazdı. Kimler Mayk romanı yazmadı ki…” Ertem Eğilmez, evet bildiğimiz Ertem Eğilmez. Çağlayan Kitabevini kuruyorlar, Refik Erduran ve biri daha… Tüm kitapları 40-50,000 satıyor. Her onbeş günde bir kitap yayınlayacaklar. Kitap lazım, çok Mayk Hammer filan yayınlamışlar. Ortağı Refik’e acele bir romantik roman yazmasını tembihliyor, epey bir zaman geçiyor tık yok. ” Firuz’a kapağını yaptırdık. İlan ettik, bilmem kaç numaralı kitabımız diye. Ama ortada roman yok. Gün geldi çattı. Romanı dizgiye vermemiz gerek o tarihte çıkarabilmemiz için. Yahu Refik, roman nerde, derim. Yaz artık ulan!… Baktım başka çare yok. Tuttum Refik’i bir odaya kapattım. Anahtarı da yanıma aldım. Çıkarmıyorum. Yemek saatleri, lokantadan yemek getiriyorum, kapının altından veriyorum. 4 günde romanı yazdırdım.” Var mı böyle bir hikaye? Biz şurada kasılıp kalıyoruz. Adamlar dört günde bir roman yazıp kırk elli bin satıyorlar. Kemal Tahir üstad nasıl becerdi bu işi bir taraftan ‘Göl İnsanları’ ‘Esir Şehrin İnsanları’ hatta ‘Körduman’ gibi eserleri yazıyor. Soldaki Kemal Tahir’in ilk romanlarından. Fakat üstad asla yayınlanmasını istemiyor, ve ilgisiz bir isimle yayınlanıyor. F. M İkinci adını dahi kullanmıyorlar. Sağdaki ise, bir Mayk Hammer, kim ne kadarını yazdı?

Can Çekişen Kitap. Demirtaş Ceyhun.1985 Cem Yayınları

Yukarıdaki foto: Selmin Akar. Gökkuşağı için yağmur yok, ama…

Bu kadar girizgahtan sonra Timbuktu ile ilgili fazla bir şey beklemiyorsunuz değil mi?

Bütün bunları düşünürken, aklımız 30 yıl öncesine gitti. İsviçre’de yeğenimizin okul futbol maçındayız. Küçük bir kent nefis çim, tesisten bahsetmeye gerek yok. takımın sol beki bir Türk işçi kardeşimizin oğlu, Hafif tombalak ayıptır söylemesi. Babası çizgili pijamadan ‘altaşortman’a atletten Adidas (veya muadili) milli kıyafetimizde. Karşınızda siyahi incecik, tay gibi solaçık. Baba bağırıyor ‘olum, araba (yoksa Arab’a mı yazsaydık) dikkat et.’ Açık sağından atıyor, solundan geçiyor, verkaçlar filan bir gol bir assist ile maçı bitiriyor. ‘Ülen bi Arapcocuğunu tutamadın!’

Aynı zamanlarda olsa gerek. Bakanlık da yapmış bir kulüp başkanımız siyahi bir futbolcudan bahsederken ‘yamyam’ getirdik o da gol kısırlığına çare olmadı’ dememiş miydi?

Neyse, Timbuktu’ya ilk varıp kütüphaneyi inceleyip hatta bazı yazmaları kopyalayan ve daha sonra ilk yayınlayan Alman Heinrich Barth (1821- 1865). Daha evvel gidip de dönemeyenler var. Kendileri kalıp da inceledikleri yazdıkları ulaşıp kendileri yollarda ölenler var. Ama Barth önce Ortadoğu’da gezinip Arapça öğreniyor. Ve ilginçtir, bir Türk tüccar kisvesinde yola çıkıyor. Tam varmak üzere iken daha da ilginçtir ki, bir Türk’e rastlıyor. Biraz zor oluyor ama olayı çözüyorlar. IBAN numarası, PayPal, İsviçre hesabı; onun detaylarını bilemiyoruz. Fakat ciddi zorluklar içinde varıyor. Çok iyi karşılanıyor ve kütüphaneleri inceleme ve üstünde çalışma imkanı oluyor. Başka bir noktayı belirtelim. Bu seyyah Birleşik Krallık Coğrafya Kurumun (Royal Geographical Society) desteği ile gidiyor. Çünkü İngilizler Afrika’nın göbeğine ulaşamamışlar ve sömürme kapsama alanları sınırlı, sadece yılda ortalama 42,000 köle ve sahile ulaşabilen tabii kaynaklar. Evet, kendi kaynaklarına göre yılda kırkikibin siyahiyi köle olarak naklediyorlar ve satıyorlar. İç taraflara gidememenin sebeplerinin en önemlisi sağlık. Müthiş mikroplar, ve ortaya çıkan hastalıklar var. Detaylarına girmek keyfinizi kaçırır. Dönemin en sağlam ve hazırlıklı gezgini olan Barth dahi, bu seyahatı esnasında almış olabileceği hastalıklar nedeni ile 44 yaşında ölüyor. Barth’ın çalışmaları ve kitapları bölge tarihine müthiş katkılarda bulunmuştur. Ve tabiyatiyle, çoğu iyi yapılmış hizmette olduğu gibi yaşamında ne Alman ne de İngiliz akademik çevrelere yaranamamış görünüyor.

Reisen und Entdeckungen in Nord- und Centralafrika (Travels and Discoveries in North and Central Africa; 1857–1858, 5 cilt.,  3,500 sayfa civarı)

Timbuktu ile ilgili yapılmış olan belgeseli incelemek için tıklayınız. Öncelikle bir kahve yapmanızı öneriyoruz. çünkü 60 dakika sürüyor.

Yakın zamana dönelim. İlk Timbuktu yazımızı okuyanlar hatırlar, 2012 yıllarında EK-Kaide kökenli veya İŞİD neviinden yapılar bölgeye geliyor, tabii hunharlıkları ile. Fazla detay girmiyoruz, çünkü bu yapı ve insanlar da çeşitli birbirleriyle de çatışarak geliyorlar. Biri geliyor biri gidiyor. Haliyle, yazma kütüphanelri büyük tedirginlik yaşıyor. Tuareg (Osmanlı kayıtlarında Tevârik) kaynaklı olanlar da var, daha Doğu’dan gelmiş olanlar da. İşgal yağma yıkma anıtmezar seviyesine ulaşınca, yerel ilimadamlarını ve kütüphane hami ve sahiplerini müthiş bir telaş alıyor. O zamana kadar evlere çekilip saklanmış olan yazmalar, ve Ahmed Baba Vakfında kilitli duranlar ile birlikte başkent Bamako’ya aktarılmak üzere planlar yapılıyor. Metal sandık mı dersiniz, küçük konteyner mi, tümü resimlerde görünen kutuların içine konuyor. Ve müthiş taşıma başlıyor. Bu işin finansı için Hollanda ve Alman ve daha bir çok batılı kuruluşun finans yardımı temin ediliyor. Önceleri meyva sebze kamyonları ve çöl jipleri ile sevkiyat büyük bir gizlilik içinde yapılıyor. Bir ‘Kutlu Hafta’ kutlamaları öncesi büyük iki anıtmezar yerle bir edilince, iş hızlanıyor mecburen. En tehlikeli yolculuk çeşidi olan Nijer nehrinin üstündeki yirmi tekne yola çıkıyor. Öyle ki yolda başka soyguncu kabilelere rüşvet bir yana, işgale hazırlanana Fransız birliklerinin helikopterlerini dahi atlatarak (çünkü silah sevkiyatı olarak değerlendiriliyor).

Hollanda diplomatik misyonun kontrolunda Bamako’da yerleştirilen toplam 2400 konteyner diplomat hanım tarafından kontrol edilmek isteniyor haklı olarak. ne de olsan harcanmış olan 1,5 milyon Avro’nun hesabını vermekle yükümlüdür. Çok ta dedikodu vardır paranın ziyan olduğu ile ilgili. Ancak hepsini açacak hali yok, sayması bile birkaç gün sürer. Rastgele açtırmaya başlıyor, bir üç beş yirmi. Kimisine göre 300,000 kimisine göre 700!

Küçük bir bilgi: Timbuktu Bamako karayolu ile 1010 kilometre.

Aşağıdaki resim: onurlu ve gururlu Dr. Abdül Kaadir Haydaa​ra

Timbuktu ile ilgili önceki Entel Bülten'i okumadıydanız, bir şans daha tanıyoruz!
Shopping Cart
Scroll to Top