Titanik

James Cameron’un Titanik filmini Ankara’da, bir üniversite talebesiyken izlemiştim. İnönü Bulvarı’yla Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği noktada -ki bence Ankara merkezin başlangıç noktasıdır- bulunan Batı Sineması filmi başkentimizde gösteren yalnızca iki sinemadan biriydi. Yetkililer seyirciye tam bir Titanik hissiyatı yaşatmak için Cameron ve yapım firmasıyla özel bir anlaşma yapmış olacak ki, salondaki en küçük boşluklara dahi sandalyeler yerleştirilmiş, kapasite herhalde yüzde iki yüz filan arttırılmıştı.

Film bittiğinde, bizleri gerçek bir batan gemi deneyimi bekliyordu. Gözlerinden yaşlar akan kadınlar (şüphesiz bunda filmin trajik sonunun etkisi yüksekti), kendini havasız ortamdan dışarıya atmaya çalışanlar, büyük bir panikle küçücük kapıdan fuayeye çıkma kavgası verenler, koridorları kaplamış sandalyeleri ezenler, anne babalarını kaybettiğinden ağlayan çocuklar, “önce kadınlar ve çocuklar çıksın” diye bağıran görevliler, batmakta olan gemide çalmaya devam eden orkestra misali ekrandan akıp giden müzik ve o korkunç uğultuyla ciddi bir sinema olayıydı, hiç unutamıyorum. Her şey öylesine gerçekçiydi ki, mutlak bir kabullenmeyle kız arkadaşım için kendimi feda etme psikolojisine girmiştim bir an. Yani şimdilerde özel matinelerde suda, can simitlerine sarılarak Jaws izleyen Amerikalılardan yirmi sene önce Türk izleyiciler bir filmin atmosferini iliklerine kadar hissetmenin ne demek olduğunu tatmışlardı. Bu vesileyle artık sanırım kapanmış olan Batı Sineması’nın vizyoner yetkililerine çok şey borçluyuz.

Efendim, Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet’ın başrollerini paylaştığı film -Türk girişimcilerin de katkılarıyla- olağanüstü gişe yaptı belki ama bana kalırsa bu tarihi kazayı en iyi anlatan film o değildir. Bu konuda şu ana kadar yapılan hiçbir yapım 1958 yapımı A Night to Remember’ın eline su dökemez, cidden!

Yukarıda gördüğünüz koleksiyonumdaki afişse kazanın (yaşanmasından yalnızca on yedi sene sonra, 1929’da) üç dilde, üç farklı ülkeden oyuncularla beyazperdeye aktarılan Atlantic/ Atlantik isimli -sanırım ilk- uyarlaması için İsveç’te kullanılan afiş. İlk etapta Art Deco tasarımıyla sanki 20-30’ların o romantik seyahat posterlerini andırıyor, ama tabii arkadaki buzul ve geminin aslında battığını idrak etmek insanın tüylerini diken diken ediyor: Bu, yolcularını maceralara sürükleyecek bir gezinin değil -ki herhalde Titanik’tekiler böyle hissetmişlerdir-, hatırlanmak dahi istenmeyecek bir felaketin afişidir. Ve Allah aşkına, kim oteline büyük bir faciayla batan bir geminin adını verir ki? Tasarlayanın İsveçli avangard ressam Otto Gustaf Carlsund olduğu düşünülüyor.

Shopping Cart
Scroll to Top