1900 yılında doğdu. Adı Fahrettin Kerim’di. Sonra Gökay soyadını aldı. 1922’de Tıp Fakültesinden mezun oldu, Münih’te akıl hastalıkları kliniğinde ihtisas yaptı. Seksen yılı aşkın yaşamında doktor, Yeşilay’cı, İstanbul valisi ve belediye başkanı olarak tanındı. Boyundan iki kat uzun elliye varan kitabı yayınlandı. Karikatüristlerin çize çize bıkmadığı ünlü “Küçük Vali”mizdi. Bundan kırk yıl kadar önce 22 Temmuz 1982’de öldü.
Yıl 1924, Cumhuriyet yeni kurulmuş. İstanbul’un tek akıl hastanesi Üsküdar’da eski bir külliyede kurulu Toptaşı Bimarhanesi. Ama artık bu eski mahzenlerden kurtulmak gerekiyordu. Ötelerde. Bakırköy’de metruk duran Reşadiye Kışlaları ise civar köylüler tarafından talan ediliyordu. Burası Birinci Dünya Savaşı sırasında yaptırılmaya başlanmış, fakat inşaat yarım kalmıştı. İşgal yıllarında Senegalli zencilerden oluşan Fransızların Gifar alayı buraya yerleştirilmişti. Onların tahliyesinden sonra uzun süre boş kaldığından harabe haline gelmişti.[1] Hastanenin başında olan Mazhar Osman, asistanı Fahrettin Kerim’e hızla Bakırköy’deki bu binaları ele geçirmelerini buyurdu. Hükümeti de arkalarına almışlardı. Fahrettin Kerim, kararı verenleri “Cumhurbaşkanı Atatürk, İsmet İnönü, İstanbul Merkez Kumandanı Atıf Bey, Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp ve Sıhhiye Vekili Refik Saydam Bey,” olarak sıralar.[2]
İstanbul’da karlı bir gün başlamıştı. Hastanenin şöför Remzi tarafından kullanılan eski Berliye marka kamyonuna 25 hasta, üç hastabakıcı ile binen Fahrettin Kerim harekata başladı. Üsküdar vapurlarının ilk postası ile karşıya geçildi. Metruk binalara girildi. Elektrik ve su yoktu. “Beş numara bir petrol lambası ışığımız, teneke ibrikteki su da temizlik vasıtamızdı,” diye anlatır Fahrettin Kerim. Bakırköy’e göç edilmesine edilmiştir ama sorunlarla mücadele etmek taşınmaktan daha zordur. Devamı şöyle gelir: “1100 dönümlük arazi kime aitti? İstibdat yıllarının günahı olarak tapu işlerinin intizamsızlığı malumdu; evvela tasarruf ettiğimiz yeri bilmek lazımdı. Bunun için mühendisler getirilerek arazinin haritası yaptırıldı, hudutları tesbit edildi. Pürüzlü ihtilaflar halledildi. Sonra isler içerisinde kararmış yıkık duvarlar, çatısı harap paviyonlar yavaş yavaş tamir edilmeye başlandı.” [3]
İçki düşmanı gazete!
Fahrettin Kerim Bakırköy Akıl Hastanesi’nde şef olarak çalıştıktan sonra, 1926 yılında Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsüsü “müderris muavinliği” sınavını kazandı. Ancak 1928’e kadar Bakırköy’deki görevini sürdürdü. 1927’de evlendi. 1933’de profesör, daha sonra da ordinaryüs profesör oldu. O yıllarda Yeşilay (aslında daha adı Yeşil Hilal’di) genel sekreteri ve “İçki Düşmanı Gençler Derneği” genel başkanı olarak da çalışmalarını sürdürüyordu. 1935 yılında Hikmet Feridun Es’in yaptığı röportajın başlığı “İçki düşmanı deli doktoru Fahrettin Kerim”di. Röportajın daha girişinde, o dönemde bile ne kadar çok tanındığını anlıyoruz: “Üstad, bu yaşta bu şöhret… Fakültede hocalık… Bir çok büyük cemiyetlerde başkanlık… Bazı tıp mecmualarının sahipliği… Sonra hastaneler…” Fahrettin Kerim, bunca çalışmaya karşın bu denli dinç kalmasının nedenlerini şöyle sıralar: “Hayatımda ağzıma içki koymamışımdır. Cigara içmem. Taş çatlasa uykumdan fedakârlık etmem… Diğer arta kalan dünya zevklerinden hiçbirini iptilâ şekline sokmamışımdır.” Ama daha sonraki satırlarda kahve tiryakisi olduğunu itiraf etmek zorunda kalıyor: “Kahveye bayılırım… Günde 3 kahve içerim.” Özel hayatı ile ilgili bir kaç ipucu da veriyor: “Bahçede çok meşgul olurum. Kalabalıktan daima kaçarım. Dağda bayırda dolaşmasını pek severim. Balolardan adeta kaçınırım.”[4]
O dönemin basının diline doladığı bir yayın organının sahibi ve baş yazarı da elbette Fanrettin Kerim’dir. “Yeşil Hilâl ve Türkiye İçki Aleyhdarı Gençler Cemiyetinin fikirlerini neşreden” bu yayın İçki Düşmanı Gazete’dir. Gazete cemiyetin haberleri yanısıra, rakı kurbanlarının aylık takvimini, beden terbiyesinin önemini, içki sonucu sakat kalan çocukları ve içkisiz içecekleri tanıtan yazılarla dolu. Bu gazetenin Nisan 1933 tarihli dördüncü sayısında yayınlanan, Fahrettin Kerim’in derneğin bir müsameresinde yaptığı konuşmada, içki düşmanlığının tarihi anlatılır:
“Bundan on üç sene evvel memleket en kara günlerinden birini yaşıyordu. Türkün mevcudiyetine nihayet vermeye azmetmiş istilâ ordusu, kendisiyle birlikte manevi ahlâkımızı soyumuzu bozacak vasıtaları da beraber getirmişti. Dünyanın muhtelif köşelerinden variller ve fıçılarla getirilen zehirli içkiler Türk benliğini, Türk beynini ve Türk neslini imha ediyordu. İşte bu kara günde bir avuç mütefekkir [fikir adamı] Matbuat Cemiyeti salonunda Yeşil Hilâl’i kurdular ve içkinin fenalığı hakkında toplu şekilde ilk irşat [uyarı] sesi yükseldi. O güne kadar bu memlekette şairler, yazıcılar ilhamlarını ‘mey’den almış, muhitlerinde ‘bade’ terennüm etmişlerdi. Hayata atılan gence ilk muaşeret vasıtası olarak kadeh uzatılır, akşamcılık öğretilir, içki hayatın zarureti, ayrılmaz bir lazımesi olarak telkin edilirdi. Memleket içerisinde gayrı Türk hekimler, aperatif olarak iki zehrini tavsiye ediyorlardı. İşte böyle hazırlanmış bir muhitte, Yeşil Hilâl pervasız sesini yükseltti.”
İçki yasağını ekonomi deldi
Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde, 14 Eylül 1920’de, Ankara’da kurulan Birinci Meclis’te muhafazakârların sunduğu “içki yasağı” kanunu bir oy farkla kabul edildi. Doğal olarak Yeşil Hilâl bunun arkasında durdu. Fahrettin Kerim, “bu yeni doğan Yeşil Hilâl için en büyük kuvvet oldu,” demekte, ama ilerleyen satırlarda üzüntüyle eklemekte: “Fakat arkadaşlar zaferden biraz sonra iktisadî zaruretler itiraziyle ‘içki yasağı kanunu’ kaldırıldı. Fakat Yeşil Hilâl mücadelesinden vazgeçmedi.”
Fahrettin Kerim, konuşmasını “Moda, fantezi diye likörden başlayarak içki afetine kendini kaptırma” diye bitiriyordu, ama onu dinleyen kimdi? Tiryakiler, ona inat, küçük rakı isterken “ Ver bakalım bir Fahrettin Kerim” diyorlardı. Söylemeyi unuttuk herhalde, Gökay’ın boyu oldukça kısaydı..
1949 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesörken İstanbul Valiliğine ve Belediye Başkanlığı’na atandı. Şöyle anlatır: “Vali olunca kürsüme veda ettim. Nöroloji Kliniğini Cerrahpaşa’ya, Akliye Kliniği’ni de gecekonduları yıkarak Çapa’ya getirdim. Bunu mesleğime olan sadakatim için yaptım.”[5] 1950 seçimlerinden sonra da valiliğini sürdürdü. Bu “her devrin adamı” olma özelliğini, onun tarafsızlığına bağlayanlar olduysa da, en üst derecedeki bir mason olmasının da bunda rolü olduğu açıktı. İstanbul Valisi olarak imar faaliyetleri, açtığı yeni okullar, Gülhane Parkı’ndaki “Çiçek ve Bahar Bayramı” ile ün yaptı. Tanzim satışları ve Migros’un kurulması da onun döneminde gerçekleşti. Zeytinburnu ve Kazlıçeşme de aynı yıllarda şehirleşti. Ünlü bir icraatı da “klakson yasağı” idi. Fikret Adil, Gökay’ın valilikten ayrılmasının ardından bunu şöyle anlatır: “Şüphe yok ki sevimli F.K.G.nin bu şehir için en büyük ‘icraatı’ klâkson yasağı olmuştu. Gürültünün sinirler üzerindeki tesirini onun kadar bilen pek az isan vardır. Asıl mesleği olan hekimlik, bu işin bir an evvel ele alınmasını emrediyordu. Aldı ve başardı.”
Karikatüristlerin sevgilisi
Fahrettin Kerim Gökay, valiliği döneminde basının yoğun ilgisi ile karşılandı. Her gün onunla ilgili çıkan haberler yanısıra, karikatüristlerin de baş malzemesi olmuştu. Hakkında çizilen karikatürler koca bir albümü doldurur. Fikret Adil yukardaki yazısında bu konuya da değinir:
“Sevimli F.K.G.’nin en büyük meziyeti hiç şüphe yok ki tenkidlere, hatta hücumlara gösterdiği tahammüldür. Zannetmem ki dünyada onun kadar çok karikatürü yapılmış bir başka idareci bulunsun. İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı mevkilerini işgal etiği sekiz yıldan fazla müddet içinde, muhtelif günlük gazetelerde, haftalık mecmualarda sayısız fotoğrafları yanında bir o kadar, hatta daha fazla karikatürü çıkmııştır. Genç karikatürist Nihat Bali, ‘Küçük Vali’ isimli bir karikatür serisi bile yapmıştı. Sevimli F.K.G.’nin asgari bir hesapla, bu güne kadar beş bin karikatürü çıkmıştır. Asıl hesabını kendi bilir, çünkü ‘publicité’ bakımından eşsizdir. Onun camilere girerken bile alkışlandığını görmüşümdür.”[6]
1957 yılında “sekiz sene, 27 gün, 9 saat, 11 dakika süren” İstanbul valiliğinden ayrılmasının ardından da şöyle yazılıyordu: “İstanbul’a şimdiye kadar bir çok vali gelip geçti. Fakat İstanbul halkının kendisinden en çok bahsettiği Vali ve Belediye Reisi muhakkak ki Dr. Fahrettin Kerim Gökay oldu. Gün geçmezdi ki gazeteler sütun sütun kendisinden bahsetmesinler. Akşam radyoyu açardınız, oynayan bir skeç arasında bile bazan, “Minimini valimiz… Ne olacak halimiz…” diye ondan dem vurulduğunu işitirdiniz. Bir zamanlar “Gökte Allah, yerde Fahrettin Kerim” sözü bir atasözü gibi dillerde dolaşıyordu.”[7]
Fahrettin Kerim’i görevden alan hükümet onu Bern Büyükelçiliği’ne atadı. 1960’a kadar bu görevi sürdüren Gökay, 27 Mayıs darbesinden sonra, Yassıada’da 6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutulmuşsa da, sonunda beraat etti. 1961 seçimlerinde Yeni Türkiye Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçildi. İsmet İnönü’nün Başbakanlığındaki koalisyon hükümetlerinde İmar ve İskan Bakanı (Temmuz 1962-Kasım 1963), Sağlık ve Sosyal Yardım bakanı (Kasım 1963-Ocak 1964) olmuşsa da 1965’de siyaseti bırakmıştır.
Ömrünün son günlerinde yapılan bir röportajdan, Gökay’ın esas olarak kendi adına kurduğu Vakıf’ta çalıştığını, bunun yanısıra “Yeşilay, Uluslararası İçki Düşmanlığı Cemiyeti, Uluslararası Akıl Hastalıkları Cemiyeti, (ve yine kendi kurduğu) Lions Kulüp”le uğraştığını öğreniyoruz. Ayrıca 55 yılını dolduran, her ay düzenli çıkan Tıp Dünyası dergisini de yayınlamaya devam etmekteydi. Önemli bir serveti olan Fahrettin Kerim Gökay 22 temmuz 1982’de öldüğünde, terekesinde 630 tapu bulunuyordu. Tüm varlığını çalışmalarını halen sürdüren Fahrettin Kerim Gökay Vakfı’na bağışlamıştı. Küçük valimiz unutulmuş bir efsanedir…
[1] Betül Yalçıner- Lütfü Hanoğlu, İç Bahçe (Toptaşı’ndan Bakırköy’e Akıl Hastanesi), Okuyanus Yayınları, İstanbul 2001, s.39
[2] “Fahrettin Kerim Gökay (la konuşma),” Nokta İnsanlar, 23 Temmuz 1982
[3] Prof. F. K. Gökay, “Bakırköyünde on yıl,” (Cumhuriyetin 15inci senesi şerefine) Bakırköyünde ilk on sene, İstanbul 1938, s. 18
[4] Yedigün, 3 Temmuz 1935
[5] Nokta İnsanlar, agy
[6] Yeni İstanbul, 1 Aralık 1957
[7] Hayat, 6 Aralık 1957