Esasen edebiyat tarihi içinde klişe halini almış bir sözü; Servet-i Fünun kadrosundan Şahabettin Süleyman’a atfedilen “sanat şahsi ve muhteremdir” vecizesini, koleksiyon kültüründe, kitap koleksiyonu oluşturmanın bir üst basamağı olan yazma eser toplama ve bunların koleksiyonunu yapmanın anlam dünyasını algılamamız için dönüştürerek yazıya başlık yaptım.
Şüphesiz yıllardan beri Entel Bülten okurları şu ya da bu biçimde koleksiyon kültürü içinde kendilerini tanımlamaktadırlar. Bu tanım içinde şahsi dünyama baktığımda koleksiyoner ruhumun giderek yazma eserlere doğru evrildiğini görüyorum. Açıkcası bundan da kıvanç duymaktayım. El yazması eserleri basılı kitaplardan ayıran özellik, elbette ki kimi zaman müellif tarafından bizzat yazılması, ya da sonradan istinsah yolu ile ‘kitap çoğaltma yazıcıları’ tarafından birebir kopya edilerek yazılmasıdır. Bunlardan başka bir üçüncü ayrım daha var dır ki, bizzat koleksiyonerin kendisi tarafından özenle kopya edilmiş nüshalar da yok değildir. Buna en güzel örnek de yazma kitap koleksiyonu hususunda pirimiz üstadımız Ali Emiri efendi’nin, nice yazmaları bizzat kendisi için yazıp çoğalttığı nüshalardır.
Yazma esere sahip olmanın matbu kitaplar gibi edinme kolaylıkları pek yoktur desek yeridir. Yazma eser, kendisini hiç ummadık bir zamanda umulmadık bir mekanda gösteriverir. Birden bire karşınıza çıkıverir. Ya da tam tersi bir yazma eserin peşine düşersiniz, yıllar geçer fakat bir türlü karşınıza çıkmaz.
Yine de yorulmadan yüksünmeden ne çıkarsa bahtımıza diye sahaflardan, eskici dükkanlarına, hurda depolarından, antikacı zulalarına, müzayede salonlarından, pazar sergilerine dolaşmayı sürdürüp her an biz koleksiyonerlerin ruhunu okşayacak güzelim yazmalara kavuşmaya her daim duacıyız.
Değil mi ki yazımın başlığında da dediğim gibi; “yazma eser şahsi ve muhteremdir.